Hoş Geldin Güzel Adam
Güzel adamlardan güzel günlerde söz edilir. “Türünün son örneklerinden biridir” desem yeridir bu adam için. “Ye” dersin yemez, “iç” dersin içmez, “konuş” dersin, ancak yeri ve zamanı geldiğinde konuşur, “yaz” dersin, işte onu yapar.
Yirmi dört saat açık duran tövbe kapısını kullanmaktan imtina eder, hatta utanır. Tövbe kapısı herkese açıktır, ama sanki ona kapalıymış gibi, kullanmaz. Yani kullanacak bir fiil işlediğini bilmem. Kul olarak böyle şahitlik ederim.
Kalabalıklar içinde yalnızdır, “fikir sancısı ve düşünce sızısı” her yanını sarmıştır ve onlarla hemhal olur. Kim demişse; “Gülmek sana çok yakışıyor” diye, sırf yakışıklı gözükmemek için gülmez, sadece gülümser.
Yalnız hep de böyle değildir. Hiddetlenip öfkelendiğinde yanında bulunmamak gerekir. Hiddeti ve öfkesi, nefsi ve şahsi değildir. Bildiği ve inandığı değerler karşısında, birisi onu kızdırmışsa o zaman ancak öfkelenir ve söyleyeceği sözden geri durmaz. Bu yönü de diğer tarafları gibi sevimlidir.
Ortadoğu uzmanıdır, İslâm dünyasını iyi tanır. Liderlerin pek çoğunun çocukluk yıllarını bilir ve o yıllarda ne söylemiş ne yazmışlarsa hepsini hatırlar. Ayaklı kütüphane lafı da ona çok yakışan sıfatlardan biridir.
Kendisini uzun zamandır okur ve takip ederim. Birlikte pek çok programa katılmışlığımız olmuştur. Birlikte olduğumuz seyahatlerde veya toplantılarda, kendisine bulaşmamam için köşe bucak kaçtığını bilirim. Kaçar ama hep de yakalanır.
Yazıyı kaleme almadan iki gün önce arayıp; “Hayırlı uğurlu olsun” temennisinde bulundum. Kim olduğumu söylemeden söze başladım, sanki kırk yıllık bir arkadaşıyla konuşuyormuşçasına karşılık verdi, ama beni tanımadığından da emindim.
Hal hatır sonrasında kim olduğumu söyleyince memnuniyetini dile getirdi. İşte böyle biridir o. Tanısın tanımasın, yeter ki birisi, selam ve güzel sözle kendisine “Merhaba” desin, önyargısız ve peşin hükümsüz, bütün insanları sever ve bağrına basar.
Geçenlerde yazdığı gazeteden ayrıldığını eski mesai arkadaşı Davut Şahin’den duymuştum. Üzüldüm ve “Umarım bizim gazetede yazmaya başlar” dedim. Davut da; “Bugünlerde bizim gazetenin yayın kuruluyla görüşme halinde” olduğunu söyleyince sevindim. Bizim gazeteye gerçekten yakışan bir isimdir.
Evet, hemen herkesin tahmin ettiği gibi, lafını ettiğim güzel adam, Mustafa Özcan. Tek geçim kaynağı kalemi. Kalemiyle geçinen insan azdır ve kanaatkârdır. Mustafa Özcan da bu kanaatkârların başında gelir. Sadece geçim kanaatkârı değil, o her şeye kanaat eder.
Yalan bilmez, dolan bilmez, hatır için yamulmaz. Yunus Emre gibi; “Doğru odun bulacağım” diye günlerce yol yolak demeden, dere, tepe, düz demeden, gider de gider, arar da arar ve nihayet doğru odunu bulunca getirir ve emaneti sahibine teslim eder.
Bu kadar övgü dolu sözler ettim de “iş hali” ve “ev halindeki geçimini” pek bilmem ha. Belki benim bilmediğim yönleri vardır, o kadar melek olmayabilir. Ben sadece şimdiye kadar gördüğüm ve tanıdığım yönlerini aktarmaktayım.
Zaman zaman beden dilini de incelemişimdir. İlk bakışta biraz soğuk karşılar insanı. Hemen kaynaşmaz ortamla. Biraz vakit alır kaynaşması. Ama ortam ona uygunsa ondan sonra tadından yenilmez, sohbetinden vazgeçilmez, hemen en iyi yeri edinir kendisine.
Kıymet bilenin kıymeti bilinir. Mustafa Özcan menfaatsiz ilişkilerin adamıdır. Ne kimseden haksız menfaat umar ne de kimseye haksız menfaat temin edilmesi için önayak olur. Onun hayat felsefesinde; ne kimse kendisine zarar versin ne de onun kimseye zararı dokunsun. “Yaşadığım sürece dünyalığım elbet olur, esas olan ahire lazım” der.
İşte böyle bir adam, bizim gazetede yazmaya başladı. Kendisi de yazısında ifade ettiği gibi, gazete ile defalarca yolları kesiştiği halde, ancak nasip bugüne imiş. Ne diyelim; “Nasipse gelir Hint’ten Yemen’den, nasip değilse ne gelir elden” diyerek kendisine bir kez daha hoş geldin dileklerimizi sunalım ve hayır duada bulunalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.