Aydınlar ve partiler

Aydınlar ve partiler

Eskiden "demokrat" sözünü, solcular kendilerini nitelemek için kullanırdı. "Demokrat aydın" nitelemesinin, bu özel jargonu hatırlatması dışında bir anlamı yok.

Demokrasi, iktidarı belirleme hakkının halkta olduğu yönetimin adı. En basit ve dar tanımıyla iktidarın, şiddet kullanmadan, zora başvurmadan değiştirilebildiği ve gücünü halkın onayından alan siyasal düzen. O zaman "demokrat" sıfatı, halkın yönetme hakkına saygılı olmayı ifade ediyor. Bir aydının halkın yönetme hakkına saygılı olması, yani "demokrat" olması elbette kendi başına bir değer; ama "demokrat aydın" ile kastedilen bu değil. Aydın ancak eleştiri hakkı ile var olabilir. Eleştiride bulunabilmek için özgür olmanız gerekir. Özgürlükleri garanti altına alan yegane yönetim ise demokrasidir.

Daha ileri gidelim. Bütün temel hak ve özgürlüklerin sağlam bir hukuk sisteminin garantisi altında olmadığı bir ülkede aydınlar yaşayamaz. Bu yüzden her aydın bir nebze "liberal" olmak zorundadır. Aydınlardan bahsederken doğru sıfat "demokrat" değil, "liberal"dir. Öyle ki aydının, halkın demokratik tercihlerinin tam tersini savunma hakkı vardır. Çoğunluğun yönetme hakkına saygı duymak ile çoğunluğun kararını eleştirme hakkı, ancak böyle bir arada bulunabilir.

Sahip olduğumuz ve temsilî demokrasi adını verdiğimiz siyasal sistem partiler aracılığıyla işletiliyor. Siyasal partileri sistemden çekip çıkardığınız zaman geriye adına demokrasi diyebileceğimiz bir düzenin esamisi bile kalmaz. Partileri var eden demokrasidir. Demokrasiyi var eden de partilerdir. Oral Çalışlar'ın çok rahat kullandığı "demokrat olmayan parti" nitelemesi pek doğru değil. Kastedilen "parti içi demokrasi" ise o apayrı bir konu. Partilerde işleyen siyasal düzen ise siyasî partiler hukukundan ziyade halkın siyasal kültürünün eseri.

Aydın olmanın biraz solcu olmak anlamına gelmesi de normal. Çünkü değişim talebi ve onu tetikleyen statükoya yönelik eleştiri hep soldan gelir. Türkiye'nin en temel sorunu böyle bir sol siyasî temsilin var olmaması. Türkiye'nin daha özgür ve daha hukuka uygun bir ülke olması için AK Parti mi, yoksa CHP mi sorusunu, elimizi vicdanımıza koyup cevaplandıralım. Ortada ciddi bir terslik yok mu? Aydınlar neden muhalefetle birlikte muhalif seslerini daha gür çıkartamıyorlar?

Ülkeye hükmeden siyasal güç ikiye bölünmüş durumda. Bu gücün kalıcı olan kısmını bürokratik-askerî vesayet kontrol ediyor. Geriye kalan demokratik güç ise, kural olarak hep muhafazakâr partiler eliyle kullanılıyor. Siyasetin en temel dengesini ise bu iki güç arasındaki rekabet belirliyor.

Demokratik iktidar devlet içindeki iktidara karşı elini güçlendirdiği zaman özgürlüklerin ve hukukun önü açılıyor. Devlet içindeki iktidar demokratik zaafları kullanıp kontrolü ele geçirdiği zaman her alana keyfilik egemen oluyor.

Türkiye seçim atmosferine girdi. Bağımsız kalmak için partilere karşı daha eleştirel yaklaşmak önem kazanıyor. Ama Türkiye'nin değişme ihtiyacı ve bu değişimi gerçekleştirecek aktör olduğu yerde duruyor. Demokrasi sadece el üstünde tutulacak bir değer değil; iş görecek, sorun çözecek bir ortak payda. Halkın, partilerin, aydınların, tek tek cemaatlerin de ortak paydası. Demokrasi sayesinde var olanlar demokrasiye nasıl sırt çevirirler?

Demokratik siyasal sistem üzerinde fiili bir vesayet var. Bu vesayet AK Parti hakkında Anayasa Mahkemesi'nin verdiği kararla kuruldu. Demokrasimiz resmen hacir altında.

Sözün özü Türkiye'nin bu bağlardan kurtulabilmesi ve özgürleşebilmesi için yeni bir sözleşmeye ihtiyacı var. Ne aydınların ne de siyasetçilerin tüketici tartışmalar arasında kaybolma ve statükonun değirmenine su taşıma lüksü yok.

Demokrasi kimsenin tekelinde değil. Tersine, başkaları ile kurulacak yapıcı bir iletişimin yegane vasıtası.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi