“Nerede o eski bayramlar”
Her bayram pek tabii kendi şartlarında yaşanır, gereği günün şartlarına göre yapılır ve tadı çıkarılır. Bu bakımdan, bayram keyfini ve güzelliğini “Ah nerede o eski bayramlar” nostaljisinde aramaya gerek yoktur.
Çünkü en iyi bayram, yaşanılan en son bayramdır. Binaenaleyh, içinde bulunduğumuz bayramı doğru düzgün yaşamaya çalışmalı, bu bayramda da, eski bayramları özletmeyecek kadar güzel şeyler biriktirmeliyiz.
Fakat tabii eski bayramların bu topraklarda nasıl kutlandığını bilmek ve günümüz bayramlarıyla karşılaştırmak “nereden nereye” geldiğimiz konusunda fikir sahibi olmamızın yanı sıra, geleneksel dünyamızı unutmamamızı da sağlayacaktır.
Bu ise geleceği sağlam temeller üstüne inşa etmek için gereklidir.
Eskiden bayram sabahları mahalle bekçileri sopalarını kaldırım taşlarına vura vura maniler söyleyerek mahalle halkını uyandırırlardı:
“Bu sabahın yazına
“Kalkın Hakkın niyâzına
“Abdest alın ey komşular
“Bayram, sabah namazına...
***
“Buna bayram günü derler
“Bal ile şekerden yerler
“Eskiden adet olmuştur
“Bekçiye bahşiş verirler.”
Atılan toplarla bayram ilan edilir, minarelerde verilen salânın akabinde de sabah ezanı okunurdu.
Bayram namazının yaklaşmasıyla birlikte büyükler yanlarında çocukları olduğu halde bayramlık elbiselerini giyer ve yakınlarında bulunan bir camide bayram namazını kılmaya giderlerdi.
Vezirler, paşalar, beyler, ağalar, o günlerdeki deyişle “ekabir-i rical” (saray görevlileriyle toplumun önde gelenleri) “Muayede-i Hümâyun”a (Padişah huzurunda bayramlaşmaya) giderlerdi.
“Rikâb-ı Hümâyun”dan konağa dönüşte önce hareme (konağın kadınlar kısmı) uğrar, resmi elbiselerini değiştirir, bir kahve içer, azıcık dinlenir, aile fertleriyle bayramlaşır ve konağın selamlık (erkek konukların ağırlandığı bölüm) tarafına geçerek bayram tebriki almaya hazırlanırlardı.
Zengin olsun fakir olsun, hemen her evde, bir “bayram merasimi” yaşanırdı. Bu da çocukların en büyük eğlencesiydi.
Osmanlı Devleti’nde dini bayramlar saray tarafından büyük bir merasimle kutlanırdı. Bu merasime “Muayede-i Hümayun” denirdi.
Osmanlı saray teşkilatına ilk defa bayramları kanunlarla teşrifata dahil eden Fatih Sultan Mehmet'tir.
Fatih’in “Kanunname”sinde teşrifat kuralları ayrıntılı olarak dile getirilir:
“Ve bayramlarda meydan-ı divana taht kurulup emrim olmuştur. El öpüldükte vüzeram (vezirlerim) ve kadı askerlerim (kazaskerlerim) ve defterdarlarım kafadarım olup (ayakta) duralar...
“Ve hocama ve müfti’l enama (Şeyhülislâm) ve vüzerama ve kadı askerlerime ve baş defterdarıma ve nişancıya kendüm kalkmak (bunlara padişahlar ayağa kalkacaklar) kanunumdur...”
Böyle devam edip gider. Bu “Kanunname”de en dikkat çeken husus, bayram tebrikleşmesi esnasında padişahın hocalarla ve devletin hukuk sistemini yöneten hukukçularla (Kazaskerler ve şeyhülislâm gibi) ayakta tebrikleşmesidir.
Bu hareket Osmanlı ceddimizin, en başta padişahlar olmak üzere ilme ve hukuka bağlılıklarının en belirgin göstergelerinden biridir.
Padişahlar bayram sabahları sabah namazını sarayda Hırka-i Saadet Dairesi’nde kılarlardı... Bu da Peygamber Efendimize bir bağlılık göstergesiydi.
Namazdan sonra taht Hırka-i Saadet kapısının önüne yerleştirilir, Padişah oturduktan sonra davudi sesli hafızlar Kur’an okurlardı.
Bu merasim sırasında bazı padişahların da Kur’an okudukları vakidir.
Ardından mehter “növbet” vururdu. Bu gelenek Osman Gazi’den beri aksatılmadan yaşatılırdı.
Mehter vururken, “duacı çavuşlar” hep bir ağızdan, “Ve hemişe bunun emsali eyyama erişmek nimeti müyesser ola! (böyle nice bayramlara erişmek nasibiniz ola)” diye dua ederlerdi.
Devletin ileri gelenleri Padişahın bayramını tebrik ettikten sonra, teşrifatçı, merasimin sona erdiğini padişaha arz ederdi.
Nihayet padişah bayram namazına gitmek üzere hazırlanmak için has odaya geçerdi.
Bayram namazı için genelde Ayasofya, Sultan Ahmed veya Süleymaniye camileri tercih edilirdi. Nadiren Eyüp Sultan’a gidildiği de olurdu.
Bayramınız tekrar mübarek olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.