2009 nasıl kurtulur?
2008 artık sona eriyor. Dünya ile birlikte zorlu bir yıla, 2009'a yaklaşıyoruz. Gündelik telaşın, heyecanların, öfkelerin körlüğünden sıyrılıp bir muhasebeye girişmeliyiz. Çünkü dünya, hayatı günlük tüketenlere uygun bir yer değil artık.
2008 başlarken bir anayasa umudumuz vardı. Anayasal gelişmelerin damgasını vurduğu yüzer yıllık dönemlerden birinde olduğumuzu yazmıştım. 1808 Sened-i İttifak, 1908 II. Meşrutiyet idi; ve 2008'de Türkiye'nin ilk sivil anayasası yapılacaktı. Yapılabilir miydi? Evet. Türkiye 2009'a yeni bir anayasa ile girebilirdi.
Yeni anayasa sağlam bir sözleşme olacaktı. Türkiye beş generalin talimatıyla biçimlenmiş ve değişikliklerle yamalı bohçaya dönmüş bir anayasa yerine, canlı bir anayasal kurallar dizisine kavuşacaktı. Yeni bir anayasa yürürlüğe girseydi, vahşi bir ormana benzeyen siyaset dünyası medenî bir düzene girecekti. Oyunun kuralları bir sözleşme halinde yerleşecek herkes haddini ve sorumluluğunu bilecekti.
Türkiye kronik hale gelen bir siyasal sistem krizi yaşıyor. Sistem işlemiyor. İşlemeyen sistemin değişmesinden, yani bir işe yaramayan statükonun kaybından zarar görecek olanlar, rasyonel düzenlemelerin önünü tıkadı. 2008 yılına damgasını vuran "yargı darbesi" anayasal sistem sorununu kalıcı bir krize dönüştürdü. Sonuç: Elimizde işlemeyen bir sistem var. Kurallar işe yaramıyor, kaosa hizmet ediyor. Yeni kuralların benimsenmesine ise yargının anayasa üzerine koyduğu ipotek izin vermiyor.
Türkiye, sandıktan güçlü bir destek almış parlamento çoğunluğunun öncülüğünde gerçekleşecek mutabakat ile yeni bir anayasaya kavuşabilirdi. Olmadı. Peki bu sonucun anlamı ne? Deniz kabardı. Fırtına sahillerimize yaklaştı. Türkiye dünyayı önüne katıp sürükleyen dalgalarla, bir türlü içini düzenleyemediği, sağını solunu onaramadığı çürük bir gemi ile baş etmeye çalışacak.
2009'un, dünyanın kayıp yılı olacağı ayan beyan ortada. Dünya finans sistemi felç olmuş vaziyette. Şu ana kadarki kaybın 5 trilyon dolara yaklaştığı söyleniyor. Türkiye bu krizi az zararla veya çok kayıpla atlatabilir. İşlemeyen bir sistemin kriz üzerine yükleyeceği ilave maliyeti kim hesaplayabilir? Kriz yoksulluğu yaygınlaştırıp, en zorlu öfke olan açlığın öfkesini keskinleştirirken sistemin tıkalı olması her şeyi içinden çıkılmaz hale getirmez mi?
Türkiye'nin çok güçlü bir toplumsal mutabakata ve dayanışmaya ihtiyacı var. Siyasetin gündemi ve yapısal dinamikleri bu ihtiyacı daha da acil kılıyor. 2009'un dörtte biri olan ilk üç ayı mahalli seçim ile geçecek. Seçim sath-ı mailinin yol açacağı gerginlik dışında Güneydoğu'daki hassas denklemin yıkıcı etkileri görülebilir. Türkiye yeni anayasasına sahip olsaydı, bu zorlukların büyük kısmı yaşanmayacaktı.
Kuralların belirsizliğinden, eskimişliğinden ve işe yaramazlığından istifade etmek üzere fırsat kollayan ve gözünü devlet içindeki iktidar payını artırmaya diken bürokrasinin hesapları bir başka açmaz. AK Parti, ekonomik krizin faturası sivil (yargı)-asker bürokrasisinin üzerinde kalacağı için kapatılmadı. Derinleşen ekonomik krizin ve toplumda yayılan memnuniyetsizliğin bu zorluğu ortadan kaldıracağı açık değil mi? Kürt sorununun da derinleşen ekonomik krizle daha içinden çıkılmaz hale geleceğini beklemeliyiz.
2008'de kaybettiklerimiz, 2009'da yapmamız gerekenleri göstermiyor mu? Öncelikle, mahalli seçimin olabildiğince düşük bir tansiyonda geçmesine herkes özen göstermeli. İkincisi, demokratik bir anayasayı yapamasak bile, demokratik mutabakatın çerçevesini alabildiğince geliştirmeli, demokrasi dışı arayışların önüne güçlü setler çekebilmeliyiz. Son olarak da Kürt sorununu evrensel insan haklarına ve 72 milyonun mutabakatına konu yapmalıyız. Bütün bunların hepsini peşine takıp sürükleyecek ana çerçeve ise yeni bir anayasa yapmak olmalı.
Krizle boğuşurken elbirliğiyle gemiyi batırmaya çalışmak yerine; yüksek bir uyumla birilerinin dalgalarla boğuşması, başkalarının da gemiyi sağlamlaştırmak için çaba harcaması gerekmez mi?