Türkiye'nin kör noktası ve CHP'nin Kürt açılımı
Türkiye'nin kör noktası siyasal istikrarsızlık. Siyasetin kırılgan yerinden veya zayıf yanından değil, görüş açımızın dışında duran kör noktadan bahsediyorum.
Öngöremediğimiz bütün risklerin ve tehlikelerin boy atacağı yer siyasal istikrarsızlığın beslediği bataklık olacak. Türkiye siyasal istikrarsızlığa sürüklenirse, öncelikli sorunumuz olan Kürt sorununun çözümüne yönelik bütün umutlar, bu bataklıkta tükenecek. Ekonomik kriz, ancak siyasal istikrarsızlıkla kesiştiği zaman bir toplumsal depreme dönüşecek. Ortak aklı temsil eden ve sorunlarla boğuşan ve güven veren, umutları sürdüren bir siyasî irade bu kör noktada yok olacak.
Demek ki Türkiye'nin 2009'a girerken sahip olduğu en değerli avantajı -birçok olumsuzluğun yanında- siyasî istikrarı. Siyasî istikrar, tek başına Parlamento'daki çoğunluğun ve hükümetin eseri değil. Hem toplumsal hem de siyasal muhalefetin istikrarın sürdürülmesine katkısı, çoğu zaman iktidar dizginlerini elinde tutanlardan daha belirleyici.
Komşumuz Yunanistan'ı beş gün boyunca yangın yerine çeviren kitlesel şiddet olaylarından kim ne anladı? Mantığını, psikolojisini, yıkıcılığını dünya ile birlikte Yunan Hükümeti'nin de kavrayamadığı bu olayların farklı bir türünün dünyanın bir başka yerinde -veya bizde- ortaya çıkma ihtimali yok mu? Yeteri kadar yakın bir örnek değil mi?
CHP'nin peş peşe gelen açılımlarını bu kör noktayı daraltan ve siyasal istikrara katkıda bulunan teşebbüsler olarak yorumlamalı ve selamlamalıyız. Dünya belirsizliğe doğru evrilirken endişeye ve paniğe kapılan aktörler merkezkaç güçlerini harekete geçirirler. Hızlı bir devinim savrulmalara yol açar. CHP'nin açılımları tek başına siyasetin ivmesinin uçlara değil, merkeze doğru olduğunu gösteriyor. CHP'nin Diyarbakır teşkilatından gelen ve tartışmaya açılan Kürt raporu, Türkiye'nin kat ettiği mesafenin çok gerisinde. Ama CHP'nin klişeleşmiş ve devlet resmiyetine bürünmüş laik-ulusalcılığının çok ilerisinde. Şöyle formüle edelim: İnsanlık için küçük, CHP için büyük bir adım. CHP, bir Türkiye gerçeği olduğuna göre demek ki Türkiye için büyük bir adım.
Açılım sadece bu raporda sıralanan taleplerden ibaret değil. Baykal da ısrarla Kürtlere yönelik sıcak mesajlar vermeye gayret ediyor. "Etnik kimlik onurdur." sözü bir vecize olarak tekrarlanıyor. 1989 yılında SHP'nin hazırladığı "Kürt raporu"na sahip çıkması ve terörle mücadele konusundaki hassasiyetleri yüzünden yanlış anlaşıldıklarını söylemesi adeta bir özür niteliğinde.
Baykal farklı bir dili kullanıyor ama bu dil de henüz retorik düzeyinde. Demokratik siyaset sadece retorikle yürümüyor. Bir soru ile karşılaşınca, bir eleştiriden geçince retorik ya terk ediliyor ya da politikaya dönüşüyor. Bu retoriğin içi doldurulunca ne olacak? Meselâ Baykal diyor ki "Türkiye Cumhuriyeti'nin tek bir ırkı vardır; o da insan ırkıdır." Kürtlerin asimilasyonunu hedefleyen geleneksel resmî devlet görüşü ırkçılığa dayanmadığı için, ayrıca ulus devletlerde hümanizm pek işe yaramadığı için bu sözün fazla bir anlamı yok. Ama şu sözler farklı: "Devlet etnik kördür. Devlete göre sadece yurttaş vardır. Devlet karşısında herkes eşittir. Devletin kimseyi asimile etmeye hakkı yoktur." Sorun bu sözlerdeki muhakemenin mantıkî sonucuna götürülmesinde. Mantıkî sonucunu biz söyleyelim: "O zaman herkes etnik kimliğini özgürce yaşamalı ve devlet bu özgürlüğe pozitif edimlerle katılmalı." Bahsettiğimiz şey doğal insan hakkı olarak kabul edilen anadilde eğitime kadar bir dizi hak. Kürtler için bir hak, devlet için ise bir ödev. CHP bu hakları tanımayan ve bu ödevleri üstlenmeyen devletin partisi değil mi?
Kim ne derse desin, Türkiye'de siyasî istikrar AK Parti eliyle inşa edildi; ama onu devam ettirecek olan CHP. CHP'nin yıkmaya davrandığı bir istikrarı hiçbir güç sürdüremez.
CHP bu açılımlardan kazanç sağlayacak gibi görünüyor? Yani? CHP bu açılımlara devam edecek. O zaman siyasî istikrarı kalıcı bir mutabakata dönüştürecek yeni anayasanın mimarı neden CHP olmasın? Bu durum, bizi bekleyen kör noktanın irademize ram olması anlamına gelmez mi?