Celâleddin’in Mevlânalaşma Süreci
30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde bulunan Belh kentinde dünyaya gelip 17 Aralık 1273 günü, 66 yaşında iken Konya’da vefat eden Mevlâna Celâleddin-i Rûmî’nin Peygamber Efendimizden ilham alarak öncelediği üç esas var:
Bunlardan birincisi, aşktır ki, içinden sevgi, saygı ve şefkat gibi bütünleştirici unsurlar geçmektedir.
İkincisi hoşgörüdür ki, “ötekileştirme”ye son derece yatkın olan çağın insanı için tekrar insanlaşma ve vicdanlaşma fırsatıdır.
Çünkü bu tür bir hoşgörünün, dünyevi amaçlarla güdükleştirilip hatta kirletilmiş Batı hümanizmi ile hiç ilgisi yoktur.
Çünkü bu tür hoşgörünün içinde öncelikle “iyi niyet” yatar…
“İyi niyet”in özünde ise “ötekini anlama” cehdi ile “insanlık”ta buluşup “birlikte yaşama” azmi vardır.
Ancak bu tür bir anlayış insanı barışa, dostluğa, kısacası insanlığa götürür.
Üçüncüsü ise “kardeşlik”tir…
İçinden “muhabbet” geçen bir “kardeşlik” anlayışı, hangi inanç sisteminden olursa olsun, tüm insanlığın ortak hasretidir.
Aynı zamanda bu ilkeler Aleyhisselatü vesselâm Efendimizin vahiy eksenli olarak hayata kattığı ilkelerdir.
“Cehalet asrı” bu ilkeler sayesinde süratle “hidayet, selamet ve saadet asrı”na dönüşmüş, kin tufanı yürekler yumuşamış, intikam hissiyle savaşan kabileler barışmış, “Hak kuvvettedir” anlayışının yerini “Kuvvet haktadır” anlayışı almış, bu temelde hukuk ve adaleti esas alan dünya örneği devletler kurulmuştur.
Şu halde Mevlana, Peygamberi Alişan Efendimizin aşk, hoşgörü ve kardeşlik eksenli öğretisini tazeleyen bir “Yürek Adam”dır.
Böyle biri kendiliğinden yetişmez. Bu yüzden yetiştirenlere dikkat etmek ve meziyetlerini kendi çocuklarımızı yetiştirme çabamıza katmak gerekiyor.
Annesi Mümine Hatun, rivayete göre toprağa abdestsiz basmayan, besmelesiz adım atmayan bir kadındır.
Sultânü’l-Ulema (Alimler Sultanı) unvanını hakkıyla kazanmış baba Muhammed Bahâeddin Veled’in, Mevlana’laşacak bir çocuğa verilmesi gereken terbiyeyi hassasiyetle verirken önünü kesmek (şimdiki bazı annelerin babalara, ya da bazı babaların annelere yaptığı gibi) şöyle dursun, terbiye yöntemini desteklemiş, elinden geldiği kadar kendisi de evladını pak yüreğiyle beslemiştir.
Baba Bahâddin Veled ise kendi döneminin deryasıdır. Minnetsiz, biraz da aykırı bir kişiliktir. Doğduğu topraklarda Moğol zulmü kök salmaya başladığında minnetsiz ve tereddütsüz ailesini almış “tevekkeltü alellah” diyerek Belh’ten ayrılmıştır (1212).
O tarihte henüz dokuz yaşlarında bulunan Celaleddin’in de aralarında bulunduğu bu göç kafilesi Nişâbur, Bağdat ve Küfe yoluyla Mekke’ye varmış, haccedilmiş, daha sonra Şam, Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri ve Niğde yoluyla Karaman’a gelinmiştir.
Veled sanki Celaleddin’in Mevlana’laşacağı muhiti aramaktadır.
Aile Karaman’da yedi yıl kadar kaldıktan sonra, Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubât’ın ısrarlı davetleri üzerine Konya’ya gidip yerleşmiştir (3 Mayıs 1228).
Mevlâna’nın annesi Karaman’da, babası ise Konya’da vefat etmişlerdir (12 Ocak 1231).
Babasının vefatı üzerine, postuna geçen Celaleddin 15 Kasım 1244’de Şems-i Tebrizî ile tanışmış, böylece Mevlanalaşma süreci de başlamıştır.
Celaleddin’i “Mevlâna” yapan isimlerin üçüncüsü Seyyid Burhaneddin Tirmizi’dir ki, bu zat, arkadaşı ve dostu Şehabeddin Sühreverdi ile buluştuklarında ağızlarından tek kelime çıkmadan saatlerce karşı karşıya oturur, bir birlerinin göz bebeklerine bakarak gülümserleşirlerdi.
Öğrencileri bunun sebebini merak edince Tirmizi, şöyle bir cevap verdi:
“Hâl ehli yanında, hâl dili gerekir... Hakikatı görenlerin huzurunda susulur. Hâl olmadan, kâl ile müşkülleri çözmek mümkün değildir.”
Ama Celaleddin’e asıl kıvamını verip Mevlânalaştıran isim Şems-i Tebrizi’dir. Öyle bir fazilettir ki, hayata Batılı kriterlerden bakanların onu kavraması mümkün değildir.
Mevlâna’yı da asıl kimliği ile algılayamamaları, onu Batı kafasıyla tarife çalışmaları hep bu yüzdendir.
Hakikatte Mevlâna, adını dillerine pelesenk eden çoğu hümanistin kavrayamayacağı kadar derin bir tasavvuf, tefekkür ve vecd ummanıdır.
Mevlana, aşkın kemalidir!
Mevlana tek başına bir sistemdir, bir hayat ve düzendir.
Ahlâkı, ilmi, fazileti, hikmeti, sevgisi, hoşgörüsü, aklı, tavrı, idraki, davranışları ve her şeyi ile yüceliği öğreten bir “hâl abidesi”, çünkü tam bir Peygamber-i Zişan taklitçisidir.
Kestirme bir ifade ile söylemek gerekirse Mevlana tam bir “Sünnet yolcusu”dur. Onu sünnetten koparmaya kalkışanlar, Peygamberinden de koparırlar…
Peygamberinden koparılmış Mevlana’dan Mevlâna’lıktan eser kalmaz!
NOT: Bu akşam İzmir/Buca'da, saat 19.00'da Dokuz Eylül İlahiyat Fakültesi konferans salonunda "Osmanl Ahlâkı" konulu bir konferans vereceğim. Hepiniz dâvetlimsiniz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.