Mevlâna Kimdir?
Mevlana hakkında birbirine zıt bir yığın düşünce, görüş, övgü, tenkit var. Her konuda olduğu gibi bu konuda da kafalar çok karışık. Çok aşırı gidenler var.
Bir kısım dinsizler Mevlâna’yı kendi inançsızlıklarına alet etmek istiyor.
Onlar Kur’ân’sız, Sünnetsiz, Şeriatsız, fıkıhsız bir Mevlâna icat etmişler, o zatı öyle tanıtıyorlar.
Arabistan’da çıkmış, aşırıya kaçmış bir fırkaya mensup olanlar, diğer tasavvuf ve tarikat büyükleri gibi Mevlâna’yı da -hâşâ- evliyauşşeytan olarak gösteriyor.
Şeyh-i Ekber Muhyiddin Arabî’ye “Şeyh-i Ekfer” (En kâfir şeyh) diyen aşırı zatın peşinden gidenlerin Mevlâna’yı övmeleri beklenemez.
Masonlara bakarsanız Mevlâna sanki bir mason büyüğüdür.
Derin ve güçlü din kültürüne, insafa, adalete, terbiye ve edebe, dengeye sahip olmayan niceleri sokak serserisi ağzıyla Mevlâna’ya çatıyor.
Peki gerçek Mevlâna kimdir? Bunu araştıran yok.
Konunun uzmanı olmamakla birlikte, sağlam kaynaklara dayanarak Mevlâna’nın özelliklerini madde madde saymak istiyorum:
(1) O, İslâm’ın zahir hükümlerine sımsıkı bağlı bir dindardır.
(2) İtikatta sahih inançlara sahip bir Kur’ân ve Sünnet Müslümanıdır.
(3) Beş vakit namazını kılmıştır.
(4) Ayrıca geceleri saatlerce nafile ve teheccüd namazı kılmıştır.
(5) Ramazan orucunu tutmuş, ayrıca senenin önemli bir kısmında nafile oruç tutmuştur. Bazen, oruçlu bir günün akşamında bir yudum su içer, ertesi gününün orucuna devam ederdi. Bu ona mahsus bir haldi. Bunu herkes kaldıramaz.
(6) Dünyaya, paraya, dünya zenginliklerine, servete, makama, mevkie, şana, şöhrete, alkışa hiç değer vermezdi.
(7) Bir gün işlerine bakan kimseye “Bugün evde ne var?” diye sormuş, “Hiç birşey yok efendim” cevabını alınca “Oh çok şükür evim Peygamber evine benzedi...” buyurmuştur.
(9) Son derece yüksek bir kültüre ve bilgi birikimine sahipti. Arapçayı, Farsçayı çok iyi bilirdi. Türkçe, Rumca bilirdi. Zahir ve bâtın ilimlerini bilirdi.
(10) Coşkun bir gönüle sahipti. Sık sık aşk ve şevke gelir, ihtiyarı (elinde) olmaksızın sema ederdi.
(11) Çok soğuk bir kış gecesinin sabahında ev halkı onu aradılar, bulamadılar. Meraklandılar. Nihayet soğuk bir yerde sakalları zemine yapışmış olarak buldular. Başını yerden kaldıramıyordu. Gece namazı kılarken secdede çok ağlamış, gözyaşları donmuştu...
(12) Mevlâna Kur’ân’ın bendesiydi. Bir şiirinde “Men bende-i Kur’ânem eğer can dârem... Ben Kur’ân’ın bendesiyim, bu tende can olduğu müddetçe” buyurmuştur.
(13) Efendimize, Ashab-ı Güzine, Ehl-i Beyt’e çok bağlıydı.
(14) Onda mürüvvet ve fütüvvet ahlâkı vardı.
(15) Onun yanına ham ve nâkıs gelenler pişmiş ve olgunlaşmış olarak ayrılırdı.
Onun meziyetleri faziletleri, üstünlükleri, hikmeti, örnek tarafları anlatmakla bitmez.
Haydi, Masonlar, dinsizler bu zatı kendi bozuk inançları ve kötü emelleri uğrunda kullanmak istiyorlar, peki birtakım Müslümanlara ne oluyor ki, terbiyeye, edebe, insafa uymaz şekilde saldırıp tenkit ediyorlar.
Mevlâna tabiî ki, spor salonlarında yapılan turistik sema törenleri ile anlaşılamaz.
Mevlâna tabiî ki, kadın erkek karışık yapılan uyduruk sema törenleri ile anlaşılamaz.
Ehl-i Sünnet İslâmlığında, usûl bir olmakla birlikte, rahmanî çeşitlilik vardır. Mevlâna’nın meşrebi bu rahmanî çeşitliliklerdendir.
On dokuzuncu asırda Sultan İkinci Mahmud’un yakını ve padişah’ı avucunun içine almış olan Hâlet Efendi’nin Halid-i Bağdadî hazretlerinin aleyhinde konuştuğu o büyük zata nakl edilmiş, Hazret-i Halid-i Bağdadî şöyle buyurmuş: “Halet efendi, tarikat-ı seniyye-i Mevleviyeye mensuptur. Binaenaleyh kendisini Konya’da Mevlâna Celalüddin hazretlerine havale ederim...” Bir müddet sonra, Padişah Halet efendiye artık tahammül edememiş, onu Konya’ya sürmüş, ardından da idam fermanını göndermiş.
On dokuzuncu asırda hem Nakşîlikten, hem de Mevlevîlikten icazeti ve hilafeti olan meşayih vardı.
Çarşamba’da Murat Molla Nakşî dergahı postnişîni Şeyh Murad Efendi, haftanın belirli günlerinde tekkede Mesnevî okuturdu.
Mevlevîlik tarikatının sekiz ana esası vardır. Birincisi devamlı taharet halinde olmaktır, yani abdestli bulunmaktır.
Kimseyi üzmek istemiyorum ama söylemem gerekiyor, namazsız, abdestsiz, şeriatsız, fıkıhsız Mevlevî olunmaz.
Mevlevîliğin temel esaslarından biri de yüksek ahlâk ve karakterdir.
Gerçek Mevlevî dervişi gıybet etmez, yalan söylemez, haram yemez, yamukluk yapmaz.
Mevlevî dervişi olabilmek için 1001 gün ve gece tekke mutfağında ağır ve süflî hizmetler yaparak çile çekmek gerekir. Çilesiz derviş olunmaz, sadece muhib olunur.
Bir büyüğe, bir tarikata, bir meşrebe bağlanmak nasip meselesidir.
Çok rica ediyorum, bazı kardeşlerimiz Allah’tan korksunlar ve Mevlâna hazretleri hakkında saygısızlık ve edepsizlik etmesinler.
Şu cahilliğe bakınız. Mevlâna demek şirkmiş!.. Araplar evlerine bir misafir gelince “Ente rabbülbeyti...” (Siz bu evin efendisiniz) derler. Kur’ân-ı Kerim’de, Yusuf aleyhisselamın zindan arkadaşına, hapishaneden çıktığı zaman efendisinin (rabbinin) yanında kendisini hatırlamasını söylediğini bildirir... Krallarına celaletül-melik el-muazzam diyenler kalkmışlar Mevlâna gibi bir İslâm büyüğüne çatıyorlar. Fesubhanallah!
Vehhâbîlere kalacak olsa, şu bir buçuk milyarlık İslâm dünyasında yüz milyon mü’min kalmaz. O müşrik, bu kafir, o sapık, bu evliyauşşeytan diyenler, mü’mini tekfir etmenin küfür olduğunu bilmiyorlar mı?
Evliyaullah’a hakaret edenlerin sonu iyi olmaz. Vakt-i merhunu gelince bir tokat yerler...
İnsaflı olalım, edeblî ve terbiyeli olalım, adaletli olalım... Saldırgan olmayalım... Anlayışlı olalım. Mevlâna bir nimettir. Nimete küfranda bulunmayalım.