Maraş’tan Fışkıran Nehir
Son zamanlarda sessiz ve derinden bir ırmak akıyor Maraş’ta. Kaç yerinden kement atılarak durdurulmaya çalışılan Ceyhan nehrinin bizim çocukluğumuzdaki coşkun küheylana benzer özgür hali gibi. Bir bilgi ve kültür ırmağıdır bu. Mavi bir mürekkep gibi akan suları, onda billur gibi parlayan bir zümrüttür sanki. İçim içime sığmıyor seyrettikçe, sevincim ve kıvancım çocuksulaştırıyor beni.
Minnet ve şükranlarımla büyüttüğüm bir selvinin serin gölgesinde bu nehrin kıyısında oturuyorum ve akıp giden kelimeleri, makaleleri, kitapları, bilgileri seyrediyorum hayranlıkla. Dalasım geliyor içine, hiçbir şeyi kafaya takmadan, uğraşlara aldırmadan. “Beni bitirmen gerek” diye bağıran başladığım yazılarıma, kitaplarıma “bırakın yakamı, gidin başımdan, biraz yüzeyim şu serin sularda” diyesim, feryatlarına ve tehditlerine kulak tıkayasım geliyor…
Ama yapamıyorum. Yapamıyorum, çünkü özgürlüğe alışamadım hala. “Sorumluluk” diye öğrettikleri zebani tutuyor beni, tutukluyor ve kendimin karanlık ve soğuk zindanlarına atıyor…
Bizim nesil böyledir, doyasıya yaşayamadık özgürlüğümüzü. Amerika’da serbest bırakılan kölelerin, koşar adımlarla naralar atarak çıktıkları sahiplerinin evine, gidecek yer bulamadıkları için akşamüstü perişan ve şaşkın bir şekilde “bizi tekrar eve alır mısınız?” diye dönmeleri gibi bir haldir üstümüzdeki…
Gözüm o akanlarda kalıyor. “En kısa zamanda görüşmek üzere” diyerek masamın üstündeki “öncelikler dosyası”na dönüyorum tekrar, dilimde kekre bir tat, kalbimde buruk bir acı...
Bu ırmak, iki ilim emekçisinin vurduğu kazmalarla fışkırdı yerinden ilkin. Muhterem Yaşar Alpaslan Hocamız ve onun “çırak”ı mı, “müdür”ü mü, nesi olduğunu tam anlamadığımız sevgili Serdar Yakar Beyin gayretleriyle gün yüzü gördü bu ırmak. Derken üniversiteden kollar katıldı, sanayicilerden gelen atıklarla katıklandı ve bir şehre şeref verecek, her şehre de nasip olmayacak feyizli bereketlerle akmaya başladı derinden.
Enteresan bir akışı vardır bu ırmağın. Kitaplar yazılıyor, yazar para almıyor. Editörler okuyor, tasarımlıyor, biçimliyor, para almıyorlar, kitap matbaadan geliyor ve okuyucularına dağıtılıyor, para almıyorlar.
“Ee, nereden geliyor bu yoğurdun bolluğu?” diyeceksiniz. Sanayiden. Evet, tamamen “itibar ortaklığı”dır bu. Herkeste bir hizmet düşüncesi var. Kimi yazıyor, kimi yazılanları alıyor ve yeniden okuyarak derliyor, düzenliyor, planlıyor, biçimlendiriyor, kimisi de masrafını karşılıyor ve kitap böylece ete kemiğe bürünerek karşımıza çıkıyor. Sonra da meccanen dağıtılıyor okuyucusuna, kütüphanelere, üniversitelere, ilim çevrelerine. İlginç bir olay değil mi?
“Ukde Yayınları” olarak bizi selamlıyor eserler. “Ukde”, ilginç bir kelime. Neden bu adı seçmişler bilmiyorum. Manası “Düğüm, içe oturan, halli zor mesele” demekse de, benim içimde ukde meydana getirmiyor bu kelime. Tam tersine, çiçekler açtırıyor kalbimde. Çünkü benim ilk kitabım “Ukde”nin de ilk kitabıdır. Beraber başladık kitap dünyasında yürümeye. Böylece ilk yoldaşım oldu “ukde” bu çileli ve zevkli yolda. İlk yedi kitabım da “Ukde”de yayınlandı peş peşe.
Şimdi altmışa yakın basılan kitaplar içinde onu çoktan geçti ukde’nin Maraş üstüne bastırdığı kitaplar. Hepsinin de editörleri Yaşar Alpaslan ve Serdar Yakar’dır. Yaşar Bey Hocamız aynı zamanda gereken finansı da sağlayan, işleri organize edendir. Yazı, düzelti, tasarm gibi ince işler de Serdar Beye ait. Zaman zaman şahit olduğum güzel bir birliktelikleri var. Allah devam ettirsin, hayırlı hizmetlere muvaffak eylesin, hasetçilerin şerrinden korusun. “Elemtere fiş, kem gözlere şiş.”
Selam sizlere ey sevgili ilim ve kültür adamları. Size iki kere teşekkürler. Hem ilim, sanat ve kültür adına, hem de Maraş’lı olma adına, selam sizlere. Selam, tebrik, teşekkür, minnet ve dua sizlere insanlar kitap okudukça…
Ve selam onlara maddi manevi destek vererek yardımcı olmakla hem sevap kazanan, hem de şereflerini artıranlara. Selam gelecek nesillerine en güzel mirası bırakanlara. Selam, teşekkür ve dua…