Kırmızı kiremitli müstakil evimiz!

Kırmızı kiremitli müstakil evimiz!

120 metrekarelik bir beton evin ortalama ağırlığı nedir? Siz kağıda kaleme sarılmadan ben kestirmeden cevap vereyim: 120 ton. Bu duruma göre beş katlı ikişer daireli bir apartmanın temeli de dahil ağırlığı 1.500 ton civarındadır. Epey ağır yani...E, n'olmuş; bize ne dememelisiniz, çünkü gerisi geliyor.

Betonun elastikiyet derecesi çok düşük; yani esnemiyor, en kısa zamanda kırılmanın yolunu buluyor. Muhtemel depremdeki davranış biçimi bakımından beton aleyhinde bir kötü puan daha.

Peki, betonun radyoaktif nitelikteki Radon gazı yaydığını biliyor muydunuz? Vallahi bu ilginç bilgiyi ben de yeni duydum; yapılan araştırmaya göre beton evlerde ortalama 260 Bekerel civarında radyoaktif değer ölçülürken ahşap evlerde bu değer sadece 10 çıkmış.

Anladınız, bugün betonu kötüleyecek, ahşaba medhiyeler dizeceğim.

Geçen haftaki Aksiyon dergisinde ahşap ve beton hakkında iki önemli dosya vardı; bunlardan ilki Tuba Kabacaoğlu'nun hazırladığı güzel ve içimizi sıcacık ümitlerle dolduran bir haberdi ve bütün dünyada ahşap-çelik karışımı müstakil ve az katlı evlerin yaygınlaştığını, buna mukabil Türkiye'nin doludizgin apartman nizamında mesken yolunda koşturduğunu anlatıyordu. İkinci dosya Gürhan Savgı'nın "Asfalt ağlattı be" başlığı altında hazırladığı bir başka haberdi ve yol yapımı deyince ilk olarak akla gelen asfaltın zararlarını, buna mukabil beton yolun nimetlerini konu alıyordu. Her iki haberi de Aksiyon dergisi'nden dikkatle okumanızı tavsiye ederim; böylece mesken inşaatında kullanımından vazgeçtiğimiz betonun, aslında nerede ve nasıl kullanılacağına dair ilginç ipuçları elde edebiliyoruz.

Betonla ne zaman ve nasıl tanıştık; ilk beton binaları dikkate alırsak Türkiye'deki başlangıcı 100 seneden fazla sayılır; bu hesaba göre 20. yüzyılı Tunç devri, Cilalı taş devri gibi isimlendirmeler cinsinden bir "Beton çağı" diye adlandırabiliriz. Beton belki 21. yüzyılda da varlığını sürdürecek ama anlaşılan o ki eski saltanat yıllarını bir daha asla bulamayacak.

İstikbâl betonda değil, ahşap, çelik ve cam cinsi malzemelerde. Bu gerçeği farketmek için aslında araştırmaya bile hâcet yok; Batı dünyasında apartman tipi meskenler, ancak sosyal yardım maksadıyla yapılan binalarda görülebiliyor. Bir ev alacak kadar parası olanlar müstakil ev tipini tercih ediyorlar. Tuba Kabacaoğlu'nun haberinde ilginç bir ayrıntı var: Fransız Hükümeti, 1963 yılındaki referandumda Fransız yurttaşlarına "Ev mi, apartman mı?" diye sormuş. Halkın % 68'i "ev" cevabını verince hükümet hemen iskân siyasetini değiştirip müstakil ev inşâsını teşvike başlamış. Türkiye'de ise 1992'de DPT, aynı konuda anket düzenleyerek vatandaşa nasıl bir meskende yaşamak istediğini sormuş. Cevabı tahmin ediniz?

% 93! Her on kişiden dokuzu müstakil evden yana oy kullanmış da ne olmuş peki? Hiçbir şey! Dolayısıyla bizim vatandaşımız hem ne istediğini biliyor, hem de dünyanın nereye gittiğinin farkında. Farkında olmayan siyasetçilerimiz ile, betona dayalı mesken üretiminden iyi para kazanan inşaat sektörünün kodamanları.

Mimar Semih Akşener oturup hesaplamış; eğer istenirse çok değil, 30 yıllık bir orta vadede her birimiz müstakil evlerimize kavuşabileceğiz. "Yeterli arsa yok" bahanesinin cevabı hazır. Bizde arsa istemediğiniz kadar. Herkese, yani 14 milyon aileye 250'şer metrekare arsa tahsis edilse, toplam 3 bin 500 km²'lik bir yere ihtiyacımız oluyor ve geriye 700 bin km²'lik boş arazi daha kalıyor. Yeni arsa üretmekte problem yok fakat yeni inşaat arsalarının altyapısını hazırlamak gerekiyor. İşin en can alıcı noktası ise, böyle dev bir proje gerçekleştiğinde, -hemen herkesin arsası olacağı için- açıktan bir rant değeri ortaya çıkmayacak olması; bu ise inşaat maliyetlerini hızla aşağı çekecek ve eskiden olduğu gibi yüklenicilik yaparak üç, beş senede zırh gibi zengin olabilmek imkânı kalmayacak. İnşaat sektörü yine çok canlı durumda olacak fakat yüksek kârla değil, mâkul maliyetlere rıza göstererek! Elbette bu tablonun ihmâl edilmemesi gereken yanı, şehir merkezlerinin birer mesken yeri olarak artık hesaba katılmaması. Şehir merkezleri sadece iş ve bürokratik hizmetlere ayrılacak, vatandaş ise icabında 30 km kadar uzaklıkta -aynen ABD'de olduğu gibi, yeşil bahçe içindeki iki katlı cici ahşap evine gidecek ve böylece biz yüksek ve haddinden fazla abartılmış arsa değerlerine para ödemeyeceğiz; bugün ev sahibi olurken gözden çıkardığımız paranın daha azını harcayarak apartman rezilliğinden hızla sıyrılıp bahçeli müstakil evlerimize taşınacağız.

Türkiye'nin yarıdan çoğu deprem bölgesi; ahşap çelik karışımı malzemeyle yapılan evler ise depreme son derece dayanıklı ve üstelik çok sağlıklı. "O kadar ağacı, çeliği nereden bulacağız?" mızıklanmasının cevabı da hazır; akıllı olur ve ormanlarımızı tazelemeye dikkat edersek bu pekâlâ mümkün. ABD ve Avrupa'da ormanların % 95'i mesken inşâsında kullanılıyor, biz ise % 60'ını çatır çatır yakıp ısınmak için tüketiyoruz. Bu kadar basit.

Mimar Semih Akşeker, mevcut beton binaların -yenisi yapılmamak kaydıyla- 30 yıl kadar ekonomik verimliliğini devam ettireceğini ama bugünden tezi yok, beton inşaattan vazgeçilmesi durumunda aynı süre içinde Türkiye'nin, Batı'da olduğu gibi içinde insanların insan gibi yaşadığı müstakil meskenlerine kavuşacağını söylüyor.

Torunlarımız için ne güzel bir rüya bu; "Amin" diyelim ve politikacılarımızdan, -hazır mahalli seçimler vesilesiyle- yakalamışken bu konuda "delikanlı sözü" isteyelim.

Haa, bir de, eski tabirle "müteahhit", yeni söyleyişiyle "yüklenici" işadamlarını artık belediyelerin karar ve icra mevkiilerinden uzakta tutmaya gayret edelim biraz; kusura bakmasınlar fakat şehirlerimizin şu acıklı manzarasında onların payı hiç azımsanamaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi