İçki bir yaşam tarzı mı, darbe sembolü mü?
Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı İlhami Erdil ile yaptığı sohbetin ayrıntılarını okurken, ben de Hasan Aksay ağabeyle birkaç gün önce yaptığımız bir sohbeti hatırladım... Gerek Özkök’ün sohbeti, gerek bizim Hasan Aksay ağabeyle yaptığımız sohbet, “mahalle baskısı”nın çarpıcı örneklerinden... Her iki sohbetin odak noktasında da “içki” ve “baskı” var... Hasan Aksay ağabeyle sohbetimize geçmeden önce, kısaca “Ertuğrul’un sohbeti”ni aktarayım... Ertuğrul’un sohbet ettiği İlhami Erdil, malûm... Sahip olduğu “trilyonluk villa”yı nasıl aldığı, parayı nereden bulduğu sorulduğunda cevap verememiş, “mahkeme”nin sonunda “mahkûm” olmuş, “rütbe”si sökülüp, “er”e indirilmiş ve cezaevinde yatmıştı... İşte bu İlhami Erdil, tanık olduğu bir olayı şöyle anlatıyordu Ertuğrul Özkök’e:
“ÖNÜNDEKİ ŞARAP DEĞİL, KOLA!”
Yıl 2000 veya 2001...
Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu, Genelkurmay Başkanı...
İlhami Erdil anlatıyor:
"Her Milli Güvenlik Kurulu toplantısından sonra bir kuvvet komutanının evinde toplanıp akşam yemeği yeriz. Bir toplantı sonrası yine Cumhurbaşkanlığı Köşkü içinde yapılan komutanlık evlerinden birinde yemek yedik."
Tam hatırlamıyor ama büyük bir ihtimalle Jandarma Genel Komutanı Aytaç Yalman'ın evinde olabileceğini söylüyor.
Masada Kıvrıkoğlu, Kara Kuvvetleri Komutanı Hilmi Özkök, Deniz Kuvvetleri Komutanı İlhami Erdil, Hava Kuvvetleri Komutanı Ergin Celasun var.
"Masaya şarap servisi yapıldı. Herkesin önündeki kadehte kırmızı içecekler duruyor. Bir ara galiba Aytaç Paşa, Hilmi Özkök'e seslenerek, 'O Hilmi, ne güzel, sen de şarap içiyorsun' dedi. O da, 'Evet biz de heyete uyduk içiyoruz' cevabını verdi."
Buraya kadar normal.
Ancak tam o sırada Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu söze giriyor ve herkesi şaşırtan şu sözleri söylüyor:
"Nereden şarap içiyormuş. Önündeki şarap değil, kola."
Tabii masaya bir sessizlik çöküyor.
Kıvrıkoğlu, kimsenin tepki vermesine izin vermeden hizmet yapan garsona dönüyor ve "Oğlum şuradan şarap getir. Hilmi de doğru dürüst bir içki içsin" diyor.
BİR LAFA BAKARIM, BİR SÖYLEYENE!
Bu “anekdot”u aktaran Özkök, hemen ilâve ediyor:
“Erdil, başına gelenlerden direkt olarak Hilmi Özkök’ü sorumlu tutuyor. O nedenle anlattıklarını bu çerçevede değerlendirmek gerekir.”
Bu, şu demek:
İlhami Erdil’in, daha sonra Genelkurmay Başkanı olan Org. Hilmi Özkök’e yönelik bir “hıncı”, bir “öfkesi” var... Belki de, kendi aklınca “intikam” alıp, “kuyruk acısı”nı dindirmeye çalışıyor!..
Peki, bu “anekdot”un, “Org. Hilmi Özkök cephesi”ndeki yankısı ne?..
Org. Hilmi Özkök’le de Milliyet yazarı Fikret Bila görüşmüş...
Org. Özkök, “o akşam” yaşananları ve “İlhami Erdil’e cevabı”nı, Mevlanâ’dan bir şiirle anlatıyor:
“Suskunluğum asaletimdendir
Her lafa verilecek bir cevabım var,
Lakin;
Bir lafa bakarım laf mı diye,
Bir de söyleyene bakarım adam mı diye.”
Bu cevap, elbette İlhami Erdil’e verilmiş son derece ağır, ama bir o kadar da edebî ve nezih bir cevap!..
Peki, “sorunun cevabı” ne?..
Sorunun cevabını Fikret Bila veriyor:
“İlhami Erdil’in aktardığı anekdotla ima etmeye çalıştığı, Özkök Paşa’nın içki içmediği, dindar bir komutan olduğu.
Hilmi Özkök Paşa içki içmez mi?
O yemekte içmedi mi?
(...)
Komutanlar yemeğe geçmeden önce, küçük bir kokteyl veriliyor. Hilmi Özkök Paşa da kokteyl aşamasında viski içiyor. Yemekte ise şarap ikram ediliyor. Özkök Paşa midesinden rahatsız olduğu için bira, şarap gibi içkiler içemiyor. O nedenle yemekte kola söylüyor. Ama yemeğe oturmadan önce viskisini içiyor.
(...)
Özkök Paşa sosyal ortamların gerektirdiği hallerde içki içer. Genellikle mayasız içkileri tercih eder; viski, votka gibi. İçkiye düşkünlüğü yoktur. Hilmi Paşa dini değerleri bilen ve önemseyen bir komutandır. İçki içmenin haram sayıldığını bilir ama Allah’ın affetme büyüklüğüne de inanarak, sosyal ortam gerektirdiğinde içer. Ama Ramazan’a daha hassastır. Oruç tutar ve Ramazan ayı boyunca içki içmez.”
Buraya kadar aktardıklarım da gösteriyor ki; “komutanlar” arasında, “içki” içip-içmeme konusu, çok önemli bir gösterge!.
Bir “referans” meselesi!..
Bir “hayat tarzı!”
Demek oluyor ki; eğer “içki içmiyor” isen, “helâl ve haram” kavramını önemseyen bir “dindar”sın!.. İsterse “miden rahatsız” olsun, ya da “içkiden hoşlanmıyor” ol, hiç önemli değil!..
“Yafta”yı anında yapıştırırlar:
“Dindar!.. Gerici!.. İrticacı!”
HASAN AKSAY’LA GEÇMİŞE YOLCULUK!
İşte bu yazılanları ve yaşananları okuyunca, “Hasan Aksay ağabeyin anlattıkları” geliverdi aklıma...
Ve gördüm ki;
“İçki”den dolayı yapılan “mahalle baskıları” hiç de yeni değil!..
Ve hatta diyebilirim ki;
“İçki, bir darbe sebebi!”
Ya da;
“Darbe sembolü!”
Evet, evet, abartmıyorum;
“İçki, bir darbe sembolü!”
Nasıl mı?..
Anlatayım efendim...
Geçenlerde “Yayın Kurulu” olarak Hasan Aksay ağabeyi ziyarete gittik... Amacımız, hem geçirdiği rahatsızlıktan dolayı “geçmiş olsun” demek, hem de “tanıklık” ettiği tarihî olaylardan “anekdot”lar dinlemek... Ne yalan söyleyeyim, Hasan Aksay ağabey, tarihin dehlizlerinde yol aldıkça, hayretten ağzım bir karış açılıyor... “Aaa, öyle mi?” demekten kendimi alamıyorum.
Efendim, olay şu:
27 Mayıs 1960’ta “askerî darbe” yapılmış ve malûm Demokrat Parti kapatılmıştır... Onun yerine kurulan Ragıp Gümüşpala başkanlığındaki Adalet Partisi; darbeden 16-17 ay sonra, yani 15 Ekim 1961’de yapılan seçime katılmış ve “yüzde 34.7 oy” almıştır!.. Çıkardığı “milletvekili” sayısı da 158’dir!..
“AP’nin kazandığı 158 milletvekili” çok önemlidir... Çünkü AP’nin çıkardığı 158 milletvekilinin yanı sıra, Osman Bölükbaşı başkanlığındaki Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) 54 ve Ekrem Alican başkanlığındaki Yeni Türkiye Partisi 65 milletvekili çıkarmıştır!..
“BİZ, BU DARBEYİ NİYE YAPTIK?”
Bunun anlamı şudur:
Bu partilerin her üçü de “sağcı”dır... En azından “CHP karşıtı”dır!.. Dolayısıyla “toplam 277 milletvekili” ile pekalâ “koalisyon hükümeti” kurabilirler!..
Zira, “darbecilerin desteği”ne rağmen CHP’nin çıkardığı milletvekili sayısı 173’tür ve hükümet kurması mümkün değildir!..
Darbeciler, kara kara düşünmeye başlarlar; “Koalisyon bile olsa, sağcı partiler hükümet kuracaklarsa, biz bu darbeyi niye yaptık?..”
Öyle ya;
277 çoğunluğa karşı, 173 azınlık!..
Her zaman olduğu gibi;
“Kışla”da yapılan hesaplar, “ülke”ye uymamış ve sandıktan “millet iradesi” çıkmıştır!..
O halde, ne olacaktır?..
“CHP rahatsız”dır, “ordu rahatsız”dır, “Gürsel rahatsız”dır!..
Askerdeki ağırlıklı görüş; “Yeniden darbe yapalım” şeklindedir!.. “Yeniden darbe yapalım ve iktidarı CHP’ye verelim!.. Bu darbeyi de Meclis açılmadan yapalım ki, millet ne olduğunu anlamasın!”
“Kışla”daki hesaplar, bu defa da “Meclis”e uymaz... 15 Ekim 1961’de yapılan seçimden 10 gün sonra, yani 25 Ekim 1961’de TBMM açılır ve ertesi gün de, alelacele “Darbe lideri Cemal Gürsel”i, son derece güç şartlar altında “Cumhurbaşkanı” seçer... Evet, zor şartlar altında... Çünkü, “CHP’nin 173 milletvekili” ile Gürsel’in seçilmesi mümkün değildir!..
Ama Meclis, “yol ayrımında”dır;
Ya “yeni bir darbe”ye göz yumacak, ya da “Meclis’i açık tutacak”tır!..
Sonunda, “Meclis’in açık tutulması” fikri galip gelir ve Gürsel, “kerhen” de olsa, “Cumhurbaşkanı” seçilir!..
YA DARBE, YA CHP İLE KOALİSYON!
Cemal Gürsel, Cumhurbaşkanı seçilmesinden kısa bir süre sonra “parti liderlerinden ve parti yöneticileri”nden oluşan heyetleri Çankaya Köşkü’ne davet etti!..
“Aba altından sopa” gösteriyordu!..
Diyordu ki;
“AP, YTP ve CKMP birleşip, kesinlikle koalisyon hükümeti kurmasın... Eğer böyle bir koalisyon kurulursa, asker yeniden darbe yapacak!.. En iyi formül, bu partilerin İsmet İnönü başkanlığındaki CHP ile hükümet kurmaları!
Ya CHP ile koalisyon, ya da askerî darbe!.. Tercih sizin!”
Hasan Aksay ağabey, bu mealdeki sözleri, kendi kulağı ile bizzat işittiğini söylüyor... Çünkü Hasan Aksay ağabey o günlerde hem “AP milletvekili”dir, hem de “parti yöneticisi”dir... Zaten, Çankaya Köşkü’ne de bu sıfatlarıyla gitmiştir!..
Cemal Gürsel’in gösterdiği “aba altından sopa”ları bizzat kulakları ile duyan Hasan Aksay ağabey, o günle ilgili şöyle bir anekdot aktarıyor:
“İÇ FAHRETTİN İÇ!”
“Odalar tıklım tıklım... Herkesin bir elinde içki kadehi, diğer elinde tabak... Tabaklarda tavuk var...
Kimi yiyor, kimi içiyor!..
O toplantıda, eski İstanbul Valisi, yeni CHP İstanbul milletvekili Fahrettin Kerim Gökay da var... Fahrettin Kerim’in en büyük özelliği Yeşilaycı olması... Yani, içki içmemesi... Dahası, valiliği döneminde içki ve sigara karşıtı kampanyalar yürütmesi!..
Peki bu, inancından mı kaynaklanıyor?.. Hayır!.. Tam aksine, mason olduğu söylenir!..
İşte, Çankaya Köşkü’ndeki o davet esnasında, Cemal Gürsel bakar ki Fahrettin Kerim Gökay’ın elinde kadeh yok.
Şöyle seslenir ona;
“İç Fahrettinciğim iç!.. Vakit varken iç!.. Yarın şeriatçılar gelince, hiç içemezsin!”
Fahrettin Kerim, “Yeşilaycı” olduğu için içmeyince, devreye Osman Bölükbaşı girer ve der ki;
“Ömründe değişmeyen tek noktasına taarruz ettiniz paşam!”
.........
Hasan Ağabey’in bu anlattıkları ile Ertuğrul Özkök’ün aktardıklarını birlikte değerlendirince görüyorum ki, dillere pelesenk edilen “mahalle baskısı”nın mucidi “darbeci kafalar”dır!..
Dün, Cemal Gürsel, bugün de “28 Şubat bin yıl sürecek” diyen Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu!..
Haa, unutmadan söyleyeyim:
Çankaya Köşkü’ndeki, “aba altından sopa” gösterildiği, yani “ya CHP ile koalisyona razı olun, ya da darbe geliyor” tehdidinin ardından Başbakanlık görevi 10 Kasım 1961 günü CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’ye verildi... İnönü 20 Kasım 1961’de Adalet Partisi ile “cumhuriyet tarihinin ilk koalisyon hükümeti”ni kurdu.
Durum budur efendim...
Yorumunu da siz yapın!..
================
Hangisi daha yerli?
Dün de sorduk... “Ermeni Diasporası” niye “tehcir”in başladığı 27 Mayıs’ı değil de, “234 Ermeni Komitacı”nın tutuklandığı 24 Nisan’ı esas alıyor?..
Öyle ya; sizin derdiniz “Sözde soykırım” mı, yoksa “tutuklanan komitacılar” mı?
Buna kafa yorarken, bir ilginç gelişme daha yaşandı... Hani, şu tartışmalara yol açan “Ermenilerden özür diliyorum” kampanyası var ya; bu kampanya “Ermeni aydın(!)lar”ın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e gönderdiği mektuptan “2 gün sonra” başlamış, iyi mi?..
“Ermeni aydın(!)lar” gönderdikleri mektupta Gül’e demişler ki; “Ermenistan ile ilişkileri geliştirmeye çalışmanız yetmez!.. Soykırımı da tanımalısınız!”
İşte bu mektuptan iki gün sonra, “bizim aydın(!)lar”ın kampanyası başlamış: “Ermenilerden özür diliyorum!”
Lütfen; bir “Ermeninin aydını”na bakın, bir de “Türk’ün aydını”na ve karar verin; “Hangisi daha yerli?”