Seçim-sathı mail ve ben
Seçimin yaklaştığı günleri ima ederek “Sathı maile girdik” diyen Adnan Menderes’tir... Yeni bir deyim icat edemediğimiz için o meşhur deyimi kullanırız...
Mart 2009 mahalli seçimlerinin sathı mailine bence erken girdik...
Liderler kendilerine en iyi kulluk yapacak adayları bulup halka ilan ediyorlar... İçlerinde elbette çok kaliteli, çok muhterem insanlar vardır...
Amma ne olurlarsa olsunlar liderlerin çizdikleri çizgiden dışarı çıkamazlar...
Demokrasinin orijinali böyle emrediyor...
Hasbelkader üç/beş aykırı insan çıkarsa, onlara derhal hadleri bildirilir ve küçük bir partiye doğru fırlatılırlar...
Halkımız demokrasiyi çok sever ve çok güzel uygular... İsterseniz büyük baş bir siyasetçiye sorabilirsiniz... Alacağınız cevap veya onlara göre “yanıt” şudur...
“Türk halkı demokrasiyi özümsemiştir...”
Peh peh, ne güzel...
Seçim sathı mailine girdiğimiz günlerde nedense benim mideme hep kramp girer...
Çapsız adayları gördükçe sancılanmaya başlarım... Amma düşününce, adamların suçsuzluğunu anlarım, onları oralara layık görenler kapatır ufkumu...
Hele yağlama/yıkama nutukları böbrektaşı düşürme sancısına benzer sancılar içine sürükler beni...
Mesela şu anda/keşke her aday adayı Zekeriya Beyaz kalitesinde olsa/diye dua ediyorum.../İnşallah beni bir daha tazminat ödettirmek için dava açmaz/...
CHP’li Canan Arıtman da takdir ettiğim seviyeli bir siyasetçidir...
Hadi bunlar neyse de, ben oyumu kime vereceğim?
Sanki gereği varmış gibi soruyor tanıdıklarım: “Kime oy vereceksin?”
Henüz bir karar vermedim... Fakat, iki seçimdir hiçbir kimseye veya partiye oy vermedim...
Yine vermek niyetinde değilim...
Elbette benim tavrım itibar edilecek bir tavır değildir...
Demokrasiler vatandaşın oylarıyla yükselirlermiş...
Benim atacağım oy ile yükselecekse hiç yükselmesin, diyeceğim, amma etrafı sarmış zıpırların, ukalaların, yalakaların yumurtlayacakları menfi görüşleri, hatta eleştiri sınırını aşan edepsizliklerini yine de karşılamaya hazırım...
Canım sıkıldıkça gençliğimi düşünüyorum...
1942 kıtlığını, o günlerin insan boyu karlarını hatırlıyorum...
O zamanlar sathı mail yoktu henüz... Önümüzde, yani Türkiye’nin önünde dağ gibi ‘Milli Şef’ bulunmaktaydı...
Amma ben ilkokula gitmeme rağmen “ikinci müntehibleri” seçebiliyordum...
Benim ve arkadaşlarımızın seçtikleri de güya milletvekillerini seçiyorlardı...
Anlatayım hikâyesini de ibret alın e mi?
İlçeden deste deste beyaz kâğıtlar gelirdi okulumuza... Öğretmenimiz bu kâğıtlara hangi isimleri yazacağımızı kara tahtaya yazar, biraz akıl verirdi...
100-200-500 kâğıt doldurduğumuzu bilirim...
Yani sizin anlayacağınız vatandaşın yerine biz seçmenlik yapardık... Demokrasiye hizmetimiz ta o günlerde başladı...
Seçtiğimiz ikinci müntehipler yörenin kodamanları olurdu hep...
Öğretmenimiz ise “eşraf” derdi, tabii anlamazdık...
Sonra ABD’nin, Avrupa ülkelerinin sıkıştırması üzerine çok partili hüviyet kazandık... Hâlâ o kepazelik için İnönü’nün millete armağanı derler...
Esasında bizim demokrasimiz 1946 seçimlerinde düşük doğmuştu...
Sağlıkçılarımız yaşattılar... Ne gariptir ki o günden bugüne daha emekleme dönemi yaşıyor demokrasimiz...
Ben bu seçimde herhangi birisine oy verirsem, sağlığına kavuşur mu bu sakat demokrasi?
Hayır, kavuşmaz...
Amma itaatkâr vatandaşlık görevini ihmal etmiş olurum... Liderlerin seçtiklerine “maşallah çok münasip” deme alışkanlığım olmadığından dolayı kaçıncı sınıf vatandaş olacağım da muamma...
Önünüzde eğimli bir satıh var... Yani sathımail... Haberiniz olsun da yanlışlık yapmayasınız...
------------------------
Dur gitme bu yol seni nara götürür
Kimbilir, belki de berdara götürür
Hiç düşündün mü Ukba’ya gidenleri
Hangisi yanında kaç para götürür?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.