Demek Ne Fark Eder?
Ertuğrul Özkök Türk aydınının tipik bir örneğidir. Hani şu zifiri karanlıklarda kalmalarına rağmen “aydınlanmadan” dem vuran, fakat söz konusu kendi dini, medeniyeti, kültür ve tarihi olunca kara cahil kesilenlerden biri. Kendi dinî ve manevî değerleriyle alay eden aydın tipinin tipik bir örneğidir. Cahil dedimse kendi düşüncemdir, alınmasın.
Nerden mi biliyorum?
Neden mi öyle düşünüyorum?
Sürekli çam devirmesinden. Kaş yapayım derken göz çıkarmasından. Bilmem kaçı geçmiş gaflarından.
İşte onlardan biri duruyor önümde tap taze. Güya ırkçılığı kötülüyor, aleme kendini rezil eden Canan Arıtman gibi çoğu yerde kendisine benzeyen birisine cevap veriyor:
“Dün, yazıişleri toplantısında arkadaşlara dedim ki: Gazeteye şöyle bir manşet atalım; “Bırakın şamatayı, hepimiz O’ndan geldik.”
Tepeye de ‘soyağacı’ diye arabaşlık atıp, bir ağaç resmi koyalım ve üzerine de bir maymun yerleştirelim...
Neticede Darwin teorisine göre hepimiz ondan gelmedik mi?
Veya Adem ile Havva deyin...
Ne farkeder...” (*)
Demek ne fark eder ha?
Demek sizin için bir şey fark etmez Ertuğrul Efendi!
Öyleyse biraz daha açık sorayım da “mahalle baskısı var üzerimde!” diye feryat eyleyesin.
Sorum şu:
Senin için Müslüman olmakla kafir olmak fark eder mi?
“Nerden çıktı şimdi bu?” demeyin. Bence bunun nerden çıktığını sen bilirsin. Çünkü sevgili Hasan Karakaya senin için bak ne diyor:
“Benim bildiğim, benim tanıdığım Ertuğrul Özkök, söylenenlerin aksine “zeki”dir, “kıvrak kalemli”dir, bir lastik kadar “elastikî”dir...”(**)
Aynı gazetede yazdığınız Oktay Ekşi için de bir yazı kaleme almıştık burada ve onu hakaret ettiği müslümanlardan özür dilemeye çağırmıştık. Kulağının üstüne yatmayı yeğledi.
Ne demiştik orada kısaca hatırlayalım mı?
“Bir insan İslam’a girdiği gibi, bilerek veya bilmeyerek çıkabilir de. ‘Ben ne yaparsam, ne edersem dahi müslümanım’ diye bir şey yok. Müslüman kalmak için anadan Müslüman doğmak(!) yetmez. Başka şeyler de gereklidir.
Nedir o şeyler?
Akait kitaplarımız imanın sağlıklı ve Allah Teala katında geçerli olmasının şartlarını genellikle üç maddede özetlerler”
Sözü uzatmamak için biz ikincisini yazalım sadece:
“2.Hiç bir iman esası inkâr edilmemeli, yalanlanmamalıdır. Çünkü iman bir bütündür, bölünme ve parçalanma kabul etmez. İman esaslarından birini inkâr, tümünü inkâr gibidir.” (***)
Yazdıklarımızın doğruluğuna Diyenet’ten de bir alıntı ile de şahit getirmiştik:
““Mümin, iman esaslarından birini inkâr anlamına gelen tutum ve davranışlardan kaçınmalıdır. Meselâ Allah Teâlâ'yı ve bütün peygamberleri tasdik edip de Hz. Muhammed'in peygamberliğine inanmayan yahut farz veya haram olduğu kesin olarak bilinen bir hükmü, meselâ namazın farz, şarap içmenin haram olduğunu kendi hür iradesiyle inkâr eden, yahut alaya alan, puta, haça vb. şeylere tapan bir kimseye mümin denilemez.” (****)
Şimdi buna göre “insan maymundan gelmiştir” diyen bir kimse, “ilk insanın Hz. Adem olduğunu, onun da topraktan yaratıldığını, sonra eşi Hz. Havva’nın yaratıldığını, insan soyunun bunlardan geldiğini” bildiren Kur’an-ı Kerimdeki onlarca ayeti inkar etmiştir.
Kur’an-ı Kerim Allah Teâla’nın kelamıdır. Ona ve içindeki ayetlerin tamamına eksiksiz iman etmek, bir iman şartıdır.
Peki siz “Ne farkeder...” derken kim için dediniz?
Kendiniz için demişseniz, bunun sizi dinden çıkarabileceğini biliyor muydunuz?
Biliyorsanız bu sizi üzer mi?
Yukarıda sormuştuk ya “Senin için Müslüman olmakla kafir olmak fark eder mi?” diye, işte bunun içindi.
Yok, bilmiyorsanız şimdi öğrenince imanız adına üzüldünüz mü? Ürperdiniz mi bir an “kafir olma” ihtimali karşısında?
Eğer böyleyse, belki yırtabilirsiniz. Yani, “Ey Rabbim, kastım kafir olmak değildi, maksadımı aşmışım, beni bağışla” derseniz, bağışlanabilirsiniz. Çünkü küfrü bilerek ve isteyerek seçmemiş olursunuz.
Eskiler, “bazen söz kafir olur, ama söyleyen kafir olmaz” derlerdi. Tam da seni tarif etmiş olurlar o zaman. Çünkü kafir olma kastın yok. Öyleyse sana bu sözünden dolayı “dinden çıktı” denmez.
Ama şu hadisi de anayım ki kendi konumunu iyi anlayasın:
Nebiyy-i Mükerrem salla'llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Kimde üç haslet bulunursa halâvet-i îmânı (imanın tatlılığını) tatmış olur.
Allâh ile Resûlu'llâh kendisine her şeyden daha sevgili olmak;
bir mümini yalnız Allâh için sevmek;
Allâh, onu küfürden kurtardıktan sonra yine küfre dönmekten ateşe atılacakmışcasına hoşlanmamak.” (Buhari, Tecrid-i Sarih, no: 16)
İnsanın ağzından çıkanı kulağının duyması gerekir. Evet, yazmak veya konuşmak bir sorumluluktur, iyi güzel de, biraz da bilgi ister, nezaket ister.
Sevgili Ahmet Taşgetiren Beyefendiyi hatırladım burada. Bir gün bir yazısına tırnak içinde “Fazileti Evlendirdik Dul Çıktı” diye başlık atmıştı. Adı “Fazilet” olanlardan “utandık” diye şikayetler almış, ikinci gün “bizim kastımız mecazi mana idi, işin bu tarafını hiç düşünemedik” diye özür diliyordu.
Bilmem Ertuğrul Özkök “bizim kastımız da Müslümanları üzmek değildi” diye özür diler mi? Arkadaşı Oktay Ekşi’ye teklif ettik, hiç de oralı olmamıştı.
(*)http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=10625573&yazarid=10
(**)https://www.habervaktim.com/yazar/10074/ne_yani_ertugrul_maymundan_gelmis_olamaz_mi.html
(***)https://www.habervaktim.com/yazaroku.php?id=8374
(****)(http://www.diyanet.gov.tr/turkish/default.asp) (20 Ekim 2008)