Efendimiz’in (s.a.v) aşık olduğu bir şehir: GAZZE!..
Malûmunuz olduğu üzere, Allah Rasûlü (s.a.v) annesinin karnındayken babasını, altı yaşındayken ise annesini kaybetmişti. Bundan sonraki hayatının iki yıllık bölümünü dedesi Abdulmuttalib’in yanında geçirmişti.
Bu iki yıllık dönem zarfında Mekke’nin lideri sayılan dede Abdulmuttalib, torunu Muhammed’e (s.a.v) sürekli iki farklı şehrin hikâyelerini anlatarak büyütecekti. Bu iki şehirden birisi ileride medeniyetin beşiği olacak olan o günkü ismi ile Yesrib’ti; diğeri ise Abdulmuttalib’in babası Haşim’in kabrinin bulunduğu Gazze idi.
Efendimiz’in (s.a.v) dedesinin babası Haşim, ya da asıl ismi ile Amr ibn Abdulmenaf, Kureyş içerisinde güçlü iradesi ve eşsiz kabiliyeti ile öne çıkan bir şahsiyetti. Amr ibn Abdulmenaf, Kureyş’in selâmeti için civar tüm kabilelerle antlaşmalar yapmış; yaz ve kış aylarında ayrı ayrı bölgelere ticari kervanlar göndermeye başlamıştı. Mekke’de ciddi kıtlığın olduğu bir sene, Suriye’den getirdiği ekmekleri kırarak et suyunun içerisine doğrayıp gelen hacılara ikram ettiği için Haşim adını almıştı. Haşim; kıran, ufalayan ve dağıtan demekti. Bu isim ile meşhur olan Amr, yine ticari bir maksatla Medine’ye ya da o zamanki ismi ile Yesrib’e gitmişti. Burada kurulan panayırların içerisinde soyluluğu ve nezaketi ile ilgisini çeken bir hanım ile tanışmıştı. Bu hanım daha sonra adını çokça duyacağımız Neccar oğullarına mensup Selma isimli bir hanımdı. Haşim, Selma’ya talip oldu ve bu yolculuk sırasında da onunla evlendi. Bir müddet beraberce Medine’de kaldılar. Bu süre zarfında Selma hamile kaldı; Haşim de ticari seferini tamamlamak için Gazze’ye gitti. Takdir-i İlahi, Haşim, Gazze’de hastalandı; vefat etti ve orada defnedildi. Bundan dolayı Araplar bu şehre hâlâ Gazzetü Haşim derler. Selma, kocası Haşim’in Gazze’de vefat ettiğini öğrenince çok üzüldü ve karnındaki bebeği babasız olarak doğurdu. Doğan çocuğun saçlarında biraz beyazlık olduğu için ona Şeybe ismini verdiler. Şeybe, annesinin yanında Medine’de yetim olarak büyüdü. Sekiz yaşlarına gelince amca Muttalib yeğenini yanına getirmek istedi ve bu amaçla Medine’ye geldi. Şeybe’yi alıp Mekke’ye getirirken olayın öncesinden haberleri olmayanlar, Muttalib’in arkasında duran çocuğun, pazardan alınmış bir köle olduğunu zannederek, o çocuğa Abdulmuttalib / Muttalib’in kölesi demeye başladılar. İnsanların böyle isimlendirdikleri bu çocuk, ileride Kureyş’in reisi ve Hz. Peygamber’in dedesi olacak olan Abdulmuttalip’ten başkası değildi.
İşte Abdulmuttalib, kendisi ile aynı kaderi paylaşan torunu Muhammed’e (s.a.v) başından geçen bu olayları anlatarak, O’nun (s.a.v) Gazze’ye ve Yesrib’e daha o zamanlardan ilgisinin oluşmasına sebep olmuştu. Elbette Efendimiz’de (s.a.v) oluşan bu ilgiye sahabe de kayıtsız kalmamıştı.
Bu ilginin bir tezahürü olsa gerek ki; Gazzatü Haşim diye anılan bu tarihi şehrin İslâmlaşması, Kudüs’ün öncesine dayanır.
Kudüs, Hz. Ömer zamanında İslâm otoritesinin altına girmişken; Gazze, Hz. Ebubekir’in hilâfetinin ilk yıllarında fethedilmiştir. İmam Şafiî’nin de doğduğu bu güzide şehir, ne yazık ki, 1917’de Osmanlı’nın bölgeden çekilmesi ile birlikte ağlamaya başlamış, 1948’de işgal devletinin kurulması ile birlikte yüzü bugünlere kadar hiç gülmemiştir. Tarihinde bunca önemli olayı barındıran bu şehir, işgalden bu tarafa da, en büyük direnişi ortaya koyan yer olmuştur.
Ama gelin görün ki; Gazze, Muharrem ayına girip, yavaş yavaş Aşura gününe yaklaştığımız bugünlerde, Kerbelâ’yı andıran bir olaya sahne olmaktadır. Demek ki, bu yaralı ümmetin ne Kerbelâları ve ne Hüseyinleri bitecek; ne de onları katletmek için hiçbir sınır tanımayan Yezidleri eksik olacaktır.
Uyuyan ümmeti diriltme adına kılıçların önünde doğranmaya razı olan Hz. Hüseyin’in bu çağdaki takipçileri olan Gazze’nin yiğitlerini selâmlarken, “Biz ne yapabiliriz?” sorusuna da cevap bulmak zorundayız. Yapmakla mükellef olduğumuz bazı vazifelerimizi burada hatırlatma adına şunları söyleyebiliriz:
1) Herkes, gücü nispetinde oralara maddi destekte bulunmalıdır. Ortada yaralılar var, evsizler var, yetimler var… Bunlar şimdi bizlerden uzanacak yardım ellerini bekliyor. Çeşitli yardım kuruluşları aracılığı ile az ya da çok herkes gücü nispetinde bir şeyler yapmalı, en azından oradaki kardeşlerimize sahipsiz olmadıklarını hissettirme adına somut bir şeyler ortaya koymalıyız.
2) Öncesinden daha çok ve daha sıkı bir şekilde boykotu genişletmeliyiz. İsrail, Amerika ve onların yandaşlarının mallarını satın almamalı, satmamalı; hele hele işgalin açık bir sembolü olan Cola ve benzeri malları kullanmamalı ve kullandırmamalıyız.
3) Ümmetin vahdetinin, tevhidin doğru anlaşılmasından geçtiğini unutmamalıyız. Akidede birlik tevhid, siyasette birlik vahdettir. O halde bizi bir kılan ortak değerleri çoğaltmalı ve asla bizleri parçalayan, aramızdaki tefrikayı körükleyen meselelere kapı açmamalıyız. Özellikle böyle bir zamanda pirenin kanının peşine düşen zavallılara kesinlikle itibar etmemeli, pazara sürdükleri çürük mallarına talip olmayarak, bu zihniyette olanlara gerçek mânâda derslerini vermeliyiz.
4) Evlerimizi, işlerimizi, sahip olduğumuz mekânları işgal zihniyetlerine teslim etmemeliyiz. Evlerinde vahyin aydınlık sesini değil de, başka şeyleri iktidara taşıyanların, Gazze’yi işgalden kurtarmalarını beklemek boş bir bekleyiş değil midir? Yüreklerdeki ve evlerdeki işgali sonlandırdığımız ve imanı iktidara taşıdığımız gün, yaşadığımız dünyada birçok şey kendiliğinden değişecektir. Öyle ise bugünün, imanı her alanda iktidara taşıma günü olduğunu unutmamalıyız.
5) Oradaki kardeşlerimizin sahipsiz olmadıklarını onlara hissettirme adına yapılan etkinliklere gücümüz nispetinde katılmaya çalışmalıyız. Bazen bir caminin avlusunda haykırdığımız bir tekbir, Gazze ve Tel Aviv’de akıllarımıza gelmeyen büyük bir tesire dönüşebilir. Bundan dolayı tüm mazlum kardeşlerimize burada sizin için toplandık demeli ve bunu göstermeye çalışmalıyız.
6) Başta Filistin olmak üzere, kanayan tüm coğrafyalarımız için dua dua yakarmalı; Rabbimizin katından gelecek bir rahmeti celp edecek yakarışlarımızı sürdürmeliyiz. Bizim O’ndan başka kimimiz var ki? Ondan başka dertleri çözecek kim var ki? O’ndan başka zalimleri kahredecek güç mü var ki? O halde biraz önce saydığımız fiili duaları yerine getirdikten sonra kavli duaları da unutmamalı; çocuk, yaşlı, genç, tek tek veya cemaatle dua etmeli ve bu konuda Rabbimizin yardımını istemeliyiz.
Allahım! Çağın Ebrehelerine coğrafyalarımızı çiğnetme. (Amin!)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.