Bilgi üretmek
Bilgi üretmek mal üretmeye benzer. İnsanlar yaşayabilmek için nasıl ki mal ve hizmet üretmeye muhtaç iseler, sürekli dengede olan bir hayat yaşayabilmek için de bilgi üretimine şiddetle muhtaçtırlar.
Çağımıza bilgi çağı adı verilmiştir. Bilgi toplumlarının oluşması çağımızın bir zaruretidir. Özellikle İslam dünyasının bilgiye, bilgi toplumu olmaya, bilgi ve düşünce üretmeye şiddetle ihtiyacı vardır. Namaz kılmak ne kadar farz ise, bilgi üretmek ve bilgi toplumunu oluşturmak da o kadar farzdır.
Bilgi üretmenin eskiden üretilmiş bilgileri hafızlamaktan çok farklı bir olgu olduğunun altını çizmekte yarar vardır. Çünkü tarih boyunca bu ince noktanın farkına varılmamış; dolayısıyla, bilgi ezberlemek bilgi üretmek sanılmıştır. Aslında eski bilgileri ezberlemekle yetinmek yerinde saymayı tescil etmektir. Zira aynı bilgiler aynı ürünleri doğurur, aynı toplumları oluşturur. Oysa bilgi demek, hızla değişen ve gelişen ve bu değişim üzerine bina edilen hayatın paraleli demektir.
Bilginin hayat ile paralel yürümemsinden duraklama ve gerileme doğar. Esasen bunun başka bir alternatif sonucu da olamaz. Dolayısıyla çağdaş Müslümanların bilgi üretmekle bilgi hafızlamak arasındaki farkı çok iyi kavraması gerekir.
Akademik kuruluşlar gerçekte bilgi ve düşünce üreten kuruluşlardır. Ancak, üzülerek belirtmeliyiz ki, dinsel camiada, özellikle İlahiyat Fakültelerinde henüz bu bilgi üretme şuuruna varılamamıştır. Yapılan şey bilgi üretmekten çok, geleneğin etkisi ile bilgi hafızlamak ya da eski bilgileri tekrarlamaktan ibarettir.
Oysa ilahiyat camiasında bilgi ve düşünce üretmeye şiddetle ihtiyaç vardır. Çünkü din hayatın motorudur. İnsanlar günlük hayatlarını dinlerinin belirlediği tarzda düzenlemek isterler. İnanç aynı zamanda yaşamayı gerektirir.
Bütün dünya dinlerinde kabul edilen bu gerçekten hareketle, ilahiyatçı uzmanların önderlik misyonunu tam olarak yerine getirebilmesi için, dini bilgi ve dini düşünce üretmeleri zaruridir. Hatta bu görevin, ilahiyat mesleğine mensup olan bilim adamlarının, özellikle akademik hayatın sorumluluğunu omuzlarında taşıyanlarına farz olduğunu da söyleyebiliriz.
İnsan doğar doğmaz tam bir idrak içinde olmaz, belki zaman içinde beyni gelişir, olayları iyi bir metotla gözlemlemesi sonucu beyin makinesi, fonksiyonlarını icra etmeye başlar. Birden gelişmez, birden de değişmez.
İnsan ünsiyetten mürekkep olduğu için alışkanlıklarının etkisi altında kalır, değişim ve gelişimlere karşı direnç gösterir. Bu direnci kırmak insan olmanın, beyin denen ilahî bir kompitüre sahip olmanın tabii bir gereğidir. Çünkü insanı insan olmayandan ayıran en belirgin özellik budur.
İnsan beyni ile idraki ile insandır. İnsan olduğu için de beyin fonksiyonlarını tatil ederek kendini aşağılamaz, aşağılamamalıdır. İslam dini insanı insan yapan diğer unsurlar yanında, özellikle tatil edilme riskine maruz olan beynini çalıştırmanın ve değişmelere ayak uydurmanın temel prensiplerini getirmiştir. Bunları kullanarak beynimizi paslanmaktan kurtarmak da Allah’ın muradıdır ve Ona karşı önemli bir kulluk görevidir. Çağımızda bu tür kulluğun ifasına şiddetle ihtiyaç bulunduğunu yüksek sesle ifade etmek gerekiyor. Ülkemizde ki İlahiyat fakülteleri işte bu çağrıyı yapmakla yükümlü olma mevkiinde bulunmaktadır.
Allah’a hamt olsun ki, İlahiyat fakültelerimiz bu bilgi üretme misyonunu yüklenmiş ve hayli mesafe de almıştır. Bilgi ve düşünce üretmede Türkiye’deki İlahiyat Fakülteleri, Hayreddin Karaman Hocamızın da ifadesi ile İslam dünyasının bir iki basamak önüne geçmiştir. Bunun için Allah’a ne kadar şükretsek azdır.
Büyük hocalarımızın himmet ve üstün gayretlerini bu vesile ile minnet ve şükran duyguları ile anmayı bir vefa borcu olarak telakki ediyorum. Allah ölenlerine rahmet, hayatta olanlarına sağlık ve mutluluk ihsan etsin. Onlar gayretlerinin meyvelerini vermeye başladığını görmenin mutluluğunu yaşayabilirler.
Bu vesile ile Kenan Evren’e de teşekkür etmek isterim. Eğer Kenan Paşa İlahiyat Fakültelerinin sayısını artırmasaydı, eminim ki İslamî ilimlerde bu kadar mesafe alınamazdı.
Ancak, gelinen bu seviye dini alanda toplumun ihtiyaç duyduğu bilgileri üretmekte yeterli değil, belki eksiktir.
İtiraf etmeliyiz ki bilgi üretimi bilgi tüketimini karşılayamamaktadır. Dünya işlerinde olduğu gibi, tüketim üretimin önünde seyretmektedir. Son dönemlerde yaşayan Müslümanlar, ilk Müslümanlara oranla çok ileride oldukları alan işte burasıdır. Bilgi tüketmede çok ilerlemişlerdir.
Ekonomik değer ifade eden ürünler üretmek hayatın vazgeçilmez unsurudur. Ekonomik değer taşıyan ürün ürütmek önemli olduğu gibi, bilgi üretmek de önemlidir. Hatta şunu ifade etmeliyiz ki, bilgi üretmek dünya hayatının en temel unsurlarından biridir. İnsanlar için bu noktada izlenecek iki yol bulunmaktadır. Ya üretmek yahut tüketmek...
Bilgi üretenler dünyada söz sahibi olurlar. Bu söz sahibi olma iki türlü kullanılabilir. Ya iyiliği yaymak ve geliştirmek için yahut kötü emellerin gerçekleştirilmesi için, ihtirasların ve bencilliklerin tatmin olması için…
İslam, bilginin üretilmesi yolunda öncülük etmiş hak dinin adıdır. Bilime ve düşünceye büyük önem vermiştir. Müslümanların bilgi ve düşünce üreticisi olmalarını istemektedir. Bilgi üretmeyen tabiatıyla iyi bir hayat düzeyine kavuşabilmek için tüketmek zorunda kalır. En iyisi bir yandan üretici, diğer yandan tüketici olmak; büyük çoğunluğu itibarıyla kendi kendine yeter hale gelmektir.
İslam dünyası bugün maalesef en büyük bilgi tüketicisi durumundadır. Bunun sebebi Kur’an’ın anlam derinliğinin ihmal edilmesi ve rahat yolun seçilmesidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.