Canilik Yahudilere yakışan en güzel meslektir
Bugün de yine Osmanlı tebaasında bulunan Yahudilerin durumuna devam edeceğiz. Bu gerçekler karşısında dünyada herhalde hiçbir millet, kendisini koruyan ve kollayan insanlara ve onların evlatlarına böylesine kin ve öfke beslemez. Ancak Yahudiler yapabilir.
-16. Yüzyıl Osmanlı Musevilerinin en parlak dönemidir. O tarihlerde Osmanlı topraklarını ziyaret eden Romanyalı bir gezgin, hatıra defterine şunları yazacaktır:
“Yahudiler her istedikleri yere seyahat etme ve istedikleri gibi çalışma hürriyetine sahipler. Hıristiyan ülkelerinin aksine herkes evinde, dükkânında ya da sokakta ticaret yapabilir. İstanbul’da Musevilerin matbaası var. İstedikleri kitabı basarlar. Padişah doktoru Musevi’dir. Başkasını yanına bile almaz. Museviler, kendi dindaşlarına dilencilik yaptırmaz. Evden eve gidip para toplar ve fakirlerini geçindirirler.”
-1660 yılında ikinci bir yangın Musevileri tamamen barınaksız bırakır. Saray Bostancı Başı, Musevilere acıyarak, onları Üsküdar’da sultanın bahçelerinde misafir eder. O tarihlerde Avrupa Musevilerinin güç şartları devam etmektedir. Devamlı baskılar altında yaşayan Museviler, sabırsızlıkla Mesih’in geleceği kurtuluş gününü beklemektedir.
Bu devir, sahte Mesihlerin çıktığı devirdir. Avrupa’daki Museviler Osmanlı’da yaşayan Musevilere imrenir ve Museviler güven içinde yaşarken, İzmir’de tarihin en büyük sahte Mesih’i, Sabetay Sevi ortaya çıkar. Sabetay Sevi, kendisini Peygamber ilan eder.
-1839 yılında Sultan Abdülmecid Tanzimat devrini Gülhane Hattı Şerifi ile başlatır ve 1856 yılında Gülhane Hattı Hümayunu ile verdiği hakları teyit eder. Bu iki fermanın okunduğu törenlerin protokolünde Hahambaşı Moşe Fresko’da bulunur.
Bu fermanlar, Musevilere mal ve can güvenliğini, din serbestliğini, vergi eşitliğini, mahalli idarelerde temsil edilmeyi sağlar, Musevi gençlere askeri okullara girme hakkı tanınır ve halk arasında kullanılarak Musevileri küçük düşüren lakaplar dahi yasaklanır.
Hatta o kadar ayrıcalıklar verilir ki, 1847 yılında Sultan Mecid Kuleli Askeri Tıp Okulu’nu ziyaret ettiğinde, Musevi öğrencilerin yemeklerden dolayı okula gelmediklerini öğrenince onlar için özel haham nezaretinde yemek hazırlattırır ve Cumartesi günleri “Şabat” (Musevilerin kutsal günü) olduğundan, onlara okula gelmemeleri söylenir.
Sultan, cemaatin daha iyi idaresini sağlamak amacıyla 1867’de “Hahamhane Nizamnamesi’ni” kaleme aldırır. Bu nizamnameye göre Museviler, seksen kişilik bir umumi meclis seçerler. Bu meclisin altmış üyesi Musevi mahallelerinde seçilir ve yirmi haham atanmaktadır. Hahambaşıysa, Edirne, Bursa, Selanik, Kahire, İskenderun, Bağdat gibi şehirlerde bulunan hahambaşılarının katılmasıyla 120 kişilik bir meclis tarafından seçilir.
Bu şekilde seçilen ilk Hahambaşı Yakir Geron’dur ve devamlı şekilde devlet protokolünde yer alır. 19. yüzyılın sonunda, Rusya’da 2. Dünya Savaşındaki Nazi katliamını (şu anda katliam demek ne derece doğrudur bilmem ama) aratmayan bir Yahudi katliamı başlar.
-Osmanlı’nın dini anlayışında Müslüman cemaat içerisinde bulunan gayrimüslimlerin can ve mal güvenliklerini sağlama ilkesi vardır. Bu ilke çerçevesinde Osmanlı padişahları bu kaideye hep sadık kalmışlar ve Musevi cemaatinin her zaman can ve mal güvenliğini korumakla kalmayıp; din ve vicdan, ticaret, yerleşme, seyahat özgürlüğü gibi pek çok insani haklarını da vermişlerdir.
Şimdi gelin ve İsraillilerin Filistin’e yaptıklarına bakın. Zerre miktarı insan olsalar, bütün dünyadan kovuldukları vakit, kendilerine kucak açan Osmanlı’nın toprağına; ki halen bizimdir ve yine Osmanlı İmparatorluğunun yüzyıllarca idare ettiği bir halka, böylesine savaş açar ve yine yüzyıllarca kimsenin aklına gelmeyecek saldırılar düzenlerler mi?
İnsan olan insan, kendilerine kapılarını açan, sofralarında yemek veren, her türlü haklarını kendi tebaasından ayırmayan Müslüman bir halka bunu yapmaz. Demek ki, bunları kovanlar, ezbere kovmamışlar. Bir bildikleri ve gördükleri varmış. Sadece biz görmemiş ve bilmemişiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.