Hitler taktiği ile dindarları sindirmek
Hitler Yahudi kırımına “Tüm Yahudiler kötüdür ve düşmandır” diye başlamadı. önce sivri çıkışlar yapanları budadı. Hatta onları kötülerken, bazı Yahudi bilginlerin Almanya’ya hizmetlerini övdü. O kadar dikkatli davrandı ki, kimi Yahudi önderler, “Canım bizim de aramızda bazı kötüler var, Hitler onları ayıklıyor, aslında ırkımızla bir derdi yok” diyerek, kenarda durdular.
Oysa Hitler’in derdi Yahudi ırkını ortadan kaldırmaktı. Ama bunu o ırkın tüm mensuplarını birleştirip cephe oluşturacakları tarzda yapmıyor, emdire emdire, sindire sindire yapıyordu.
Bu bir taktiktir… Bu taktik farklı zamanlarda farklı zeminlerde farklı şekillerde kullanılır. Mesela şimdilerde Türkiye’de de kullanılıyor.
Türkiye nüfusunun yüzde doksana yakını “oruç tutan” Müslüman olduğu için, böylesine büyük bir kitleyi kolay kolay hiçbir gazete, hiçbir yazar karşısına alamaz. çünkü gazetesini bu kitleye satıyor. Yazılarını bu kitleye okutup ekmek yiyor. Akıl var mantık var, taktik var (ama izan yok, insaf yok).
Bu büyük kitleyi hem karşınıza almayacak, hem de büyük kitleye zarar verecek bir yöntem kullanacaksınız. Bunun için de önce, “elmacı, armutçu, sütçü” der gibi bir kavram üretecek, “Müslüman”a “İslâmcı” diyeceksiniz.
Yerine göre bununla “siyasallaşmış Müslüman”ları kastettiğinizi savunacaksınız, ama dinini bilinç düzeyine getirmiş herkese bu yaftayı yapıştıracaksınız: “İslâmcı”…
Sıradan Müslümanlar bu kavramla kendilerinin kastedilmediğini düşünüp ses çıkarmayacak, “Canım bizi değil İslâmcıları kastediyorlar” diyerek kendi önderlerini suçlayacak, gazetenizi almayı, yazılarınızı okumayı bilinçsizce sürdürecekler.
Bu taktik tuttuktan sonra, din önderlerine vurmaya başlayacaklar. Müslüman kitle, bu kez, “Bizim önderimize vurmuyorlar ki…” tesellisine sarılacak.
Olan biten budur… önce “İslâmcı-Müslüman” diye ayrıştırdılar, ardından başta Bediüzzaman, Süleyman Hilmi Tunahan, Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi ve Fethullah Gülen Hocaefendi’ye vurmaya başladılar.
Şöyle bir bakın: Son yüz senelik kesitten, bunları ve benzerlerini çekip alırsanız, “imana hizmet” adına geriye bir şey kalır mı? “İman” denince Bediüzzaman’ı, “Kur’an” denince Tunahan’ı hatırlamamak mümkün mü?
İnkâr fırtınasına uğramış iman ağacımızı yeşil tutmak için hayatları dâhil her şeylerini ortaya koymuş bu ve benzer isimler, ideolojisinin emrinde bazı köşe yazarları tarafından karalanıyor. çünkü fırtınanın istenen tahribatı yapmasını bu isimler engelledi.
Bugün Türkiye’de altı saatte bir cami yapılıyorsa, ezan “Muhammedî” kimliği ile günde beş kez gürül gürül okunuyorsa, bütün baskılara rağmen hafızlar yetişiyor, Kur’an eğitimi sürüyorsa, başörtülü sayısı artıyorsa, imam-hatip liseleri açılıyorsa, gençler git gide daha fazla dindarlaşıyorsa, bu gelişmeleri Allah’ın izni ve inayeti ile bu isimlere borçluyuz.
Unutmayalım ki, haccın yasaklandığı, imam yetiştiren okullara kilit vurulduğu, camilerin satıldığı, Kâbe’nin ders kitaplarında “tavla zarı”na benzetildiği, Peygamber Efendimiz’in peygamberliği inkâr edilirken sahtekâr Müseylime’den övgüyle bahsedildiği, Kur’an’ın, “Muhammed’in fikirleri” diye tanımlandığı, Hacer-ül esved’in “Karataş efsanesi” diye alaya alındığı, “gizli âyin” iddiasıyla köy evlerinin dahi basılıp garibanların karakollara çekildiği, okul öncesi çocuklara “elif-be” öğreten hocaların hırpalandığı bir dönemden, Türkiye’yi, Allah’ın lütfüyle onlar çekip çıkarmıştır.
Buna rağmen, işin iç yüzünü bilmeyen Müslümanların, “Türkiye’de hangi dindara baskı yapılmış, kim namazından orucundan menedilmiş” biçiminde meydan okuyanların gazına gelmesi işten bile değildir.
Sözün kısası kendi halinde dindarları “kafalama”yı amaçlayanlar, Hitler taktiği uyguluyor. Topyekün dine saldırması halinde dışlanacağını bilenler, din ağacını yeşil tutmuş önderlere saldırıyor.
Buyurun okuyun: “Said Nursi (1878-1960) dindar olduğu için mi yoksa Şeyh Said İsyanı (1925) ile ilgisinden dolayı mı sürgün edildi? (Notum: Elbette “dindar” olduğu için sürgün edildi, zindana-hicrana atıldı; çünkü Şeyh Said isyanıyla hiç alâkası olmamıştı. Tam tersine, “Ahmed’i Mehmed’e mi kırdıracaksınız” diyerek, isyan edenleri yatıştırmaya çalışmıştı) Said Nursi'nin bütün yaşamını incelemeden Kürt Teáli Cemiyeti ile, Teáli-i İslám Cemiyeti ile olan ilişkisi, Cumhuriyet ve devrim düşmanlığı incelenmeden sürgün edilmesinin, zorunlu ikamet uygulanmasının ve izlenmesinin nedenleri anlaşılmaz.” (Notum: Her adımının hesabı hem mutlakıyet, hem meşrutiyet, hem de cumhuriyet döneminde sorulmuş, defalarca yargılanmış, “hiçbir zararlı faaliyette bulunmadığı” için beraat üstüne beraat almıştır, ancak buna rağmen hayat boyu keyfi baskıdan, sürgünden, kurtulamamıştır)
“İskilipli Atıf Hoca (1876-1926) şapka devrimine karşı çıktığı için (Notum: Devrimden iki sene önce yazdığı bir kitapçıkta) yargılanarak idam edildi, ama 31 Mart irtica ayaklanmasına giden geçmişini de iyice okumak gerekir. (Notum: Bu da, ispatlanamamış bir ithamdan ibaret olarak kaldı).
Yazar devam ediyor: “Kuran öğretiyor diye yargılanan insan(lar) kimdi? (Notum: Mesela benim köyümdeki Oflu Hoca) Hacca gitmenin yasaklanmasının nedeni devletin yoksulluğu, döviz yokluğu olamaz mı?” (Notum: önceleri haccın yasaklandığını inkâr ederlerdi, belgeler yayınlanınca kabul etmek zorunda kaldılar, ama bu kez de döviz yokluğunu gerekçe yaptılar. Ama o fukaralıkta lüks yaşayanlara, elbiselerinin kumaşını bile İngiltere’den ısmarlayanlara döviz vardı)
Mızrak çuvala sığmıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.