28 Şubat bunun neresinde?
Ergenekon terör örgütü soruşturması kapsamında son yapılan operasyonlar, yine sürpriz olmayan tepkiler alıyor. Önceki yaşananları bilmeyen birini bulsak kendimizi kâhin olarak yutturabiliriz. 'Filan medya grubu şöyle davranacak' diyoruz, aynen çıkıyor. 'Şu kurum şu noktaya çekilmeye çalışılacak' tahmininde bulunuyoruz, yanılmıyoruz. Tam sıkıcı bir oyuna dönüşecekken ufak tefek argüman değişiklikleriyle rutin dışına çıkılıyor.
Ergenekon'un gönüllü -aslında zorunlu- avukatları yeni kartlarını masaya sürdü. Savunma blokunu 28 Şubat rövanşistliği ve kurumları taciz üzerine kurdukları anlaşılıyor. Operasyona muhatap olanları '28 Şubat'ın etkin isimleri' şeklinde niteleyerek bir kısım çağrışımlar kurgulanıyor. 28 Şubat sırasında 3 yıllık emekli olan Kemal Yavuz; üç yıl sonra 2000'de başsavcılığa atanan Sabih Kanadoğlu veya 1997'de Milli Savunma Bakanlığı müsteşarı olan ve 4 yıl sonra 2001'de MGK Genel Sekreterliği'ne getirilen Tuncer Kılınç isimleri bu yanılsamayı oluşturmak için kullanılıyor.
Ergenekon'un zorunlu avukatlarının diğer projesi, kurumları taciz ederek tepki vermelerini sağlamak. Yine gözler Genelkurmay Başkanlığı'nın ışıklarındaydı. Işıklardan akseden gölgelerden mi sonuç çıkarıyorlar bilinmez, saatlerce sürdüğü ileri sürülen toplantıdan umduklarını bulamadılar. Komutan eşlerinin 'olağanüstü' toplantısından da elleri boş döndüler. Son umut, Yargıtay Başkanlar Kurulu'ndan 'muhtıra' gelmesindeydi. O da boşa çıktı. Azıcık hukuk bilenler, böyle bir açıklamanın yapılamayacağını anlayabilirdi. Zaman Gazetesi, ısrarla yapılacağı iddia edilen açıklamanın hem ihsas-ı rey hem de devam eden soruşturmaya müdahale olacağının altını çiziyordu. Gazetecilik ile amigoluk arasındaki fark böyle günlerde belli oluyor. Açıklama olmayacağı ilan edildikten sonra Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker'in çıkışta ayaküstü bir şeyler söyleyeceği yayıldı. Telefon dinlemelerle ilgili rahatsızlıkların gündeme geldiği iddiaları servis yapıldı. Başkan Gerçeker, çıkışta bütün spekülasyonları bitirdi. Gerçeker, sadece Ergenekon olayında değil, her olayda hukukun kurallarının işletilmesinden yana olduklarını söyledi. Bazı basın mensuplarının ısrarlı sorularına rağmen Gerçeker, açıklama yapmamakta direndi.
Telefon dinlemelerinden elde edilen delillerle ilgili hesap da tutmadı. Başkan o konuda da istediklerini söylemedi. Gerçi daha önce söylemediklerini bile Gerçeker'in ağzından yazmışlardı. 'Dinlemeler delil olamaz' haberini tekzip ederek, "Hukuka uygun dinlemeler tabii ki delildir." diyen Başkan Gerçeker, dün de işe yarar bir malzeme vermedi. Nasıl versin ki, yakın zamanda, yargı mensupları bile yasal dinleme sonucunda tutuklandı. İzmir'de rüşvet karşılığı tahliye kararı verdiği gerekçesiyle tutuklanan ağır ceza mahkemesi başkanı, teknik takiple yakalanmıştı.
Başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere kurumlardan bekledikleri desteği bulamayanlar, bu gerçeği kabullenmek istemiyorlar. Ergenekon soruşturmasının baştan sona yargı mekanizmasının kontrolünde olduğu gerçeğini de görmek ve göstermekten kaçınıyorlar. Ama bu kaçınma, gerçeği değiştirmiyor. Hepimiz, operasyonların birkaç polis şefinin can sıkıntısını gidermek için yaptığı 'aksiyon' olmadığını biliyoruz. Savcılığın talimatının bile yetmediğini, mahkeme kararına ihtiyaç olduğunu yazmak konusunda direnç var. Sanıkların ilk tutuklanmalarına ve belirli periyotlarda tahliye taleplerinin reddine yetkili mahkemelerin karar verdiği de geçiştiriliyor. CHP lideri Deniz Baykal ve YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu'nu dinleyenler, eşkıyanın dağa adam kaldırdığını sanabilir. Halbuki hukuk mekanizmasının işlediğine hep birlikte şahit oluyoruz. İşin ironik yanı, Ergenekoncular çok karşı çıktıkları Avrupa Birliği uyum yasalarının sefasını sürüyor. Kolluk kuvvetlerine en önemli sınırlamalar, AB paketleriyle çıkmıştı. Hadi baştaki soruyu değiştirerek bir daha soralım: Hukuksuzluk bunun neresinde?