Laikliği ve Cumhuriyet'i Ergenekonculara karşı savunmak
Yavuz hırsızlık, böyle bir şey olmalı. Devletin kuytularında saklanıp, devletin imkânlarını kullanıp bir terör örgütü kuracaksınız. Devlet adına cinayet işleyip devletin itibarını beş paralık edeceksiniz.
Ülkede tam bir terör havası estireceksiniz. Sonra savcılar gelip yakanıza yapıştığı zaman "devlet terörü" diye ortalığı ayağa kaldıracaksınız. Yok öyle yağma! Devam eden bir ceza davası soruşturması. İşlenmiş suçlar ve işini yapan savcılar var. Savcıların, yargıçların yaptığı işi Cumhuriyet'e ve laikliğe saldırı olarak nitelemek, suçüstü yakalananların "ben hakimim, masum bey" lafından öte anlam taşımıyor. Ne alâkası var? Laiklik, cinayetin maskesi mi? Cumhuriyet, darbe şartları oluşturmak için terör suçu işleyenleri korumak için mi var? Atatürk size, "darbe yapmak için devleti suç örgütüne dönüştürün" mü dedi?
Suçu, suçluyu, suç şebekelerini gizlemek için Atatürk'ün, Cumhuriyet'in ve laikliğin arkasına saklananlar artık mızrağı çuvala sığdıramıyor. Hiç olmazsa bu toplumun ortak değerlerini rahat bırakın.
Son gözaltılara "devlet terörü" diyor Oktay Ekşi. "Sabaha karşı kapısı sütçü tarafından değil, polis tarafından çalınacağı endişesi ile yaşayan insanların ülkesi"nden şikâyet ediyor. Hangisini tercih edersiniz? Geceyarısı kapınızı birinin elinde "güvenlik görevlisi" kimliği ile çalıp, kafanıza devletin verdiği silahı dayayıp, devletin verdiği kurşunları sıkmasını mı? Ergenekon davası, geçmişte çok sayıda örneği olan bu "devlet terörü"nü yargılamıyor mu? Aynı Oktay Ekşi, Ergenekon soruşturması Türkiye'yi sarsarken, üç maymunu oynayan kendi medya grubunu, "devam eden soruşturma üzerine yayın yapmayız" diye savunmuyor muydu? Savcı ile birlikte kapıyı çalan polisi "devlet terörü" ile suçlamak "davaya müdahale"nin ötesinde bir medya terörü değil mi? Hafızalarımız o kadar zayıf değil. 28 Şubat'ta andıçlanan gazetecileri "içimizdeki hainler" diye afişe eden biri, demek ki şimdi tutarlı bir şekilde andıçlayanları "devlet terörünün kurbanları" olarak savunuyor. "Cumhuriyet'in savunulmaya her zamankinden çok ihtiyacı olduğunu" söyleyen ve sağa sola "Üzerinize düşeni yapıyor musunuz?" diye adrese postalı mektup yazan Baykal'a soralım. Bize, suçu ve suçluyu savunmak, yargı üzerinde baskı oluşturmak ile Cumhuriyet'e sahip çıkmak arasındaki ilişkiyi anlatsın. İstanbul Barosu, "laikliği koruyanlardan öç alıyorlar" diyor. Peki laikliği korumak suç işlemenin mazereti mi? Laiklik, suç işlenerek korunur mu?
Bu maskenin indirilmesi lâzım. Darbe yapmak için suç örgütü oluşturmanın, cinayet işlemenin adı laikliği korumak, Cumhuriyet'i savunmak olamaz. Cumhuriyet'e ve laikliğe yönelik en yakın ve ciddi tehdit, en büyük haksızlık bugün Ergenekon terör örgütünden geliyor.
Kapısını çalan savcıya "Dinci dikta yerleşemeyecek" tepkisi veren Yargıtay Onursal Başsavcısı'nın hukuk adına, laiklik adına bir endişesi olabilir mi? "Olur" diyenlere "Ne alâka" sorusu sorulmaz mı? Gerçekten ne alâka? Bir süre önce iki polisin arasında giderken kameralara dönüp "Tek suçum Atatürk'ü çok sevmek." diye bağıran "sivil" kişinin, hayatında Nutuk'un kapağını bile açmamış olması, aynı mantık değil mi?
Dönüp dönüp hatırlatmalıyız. "Ergenekon terör örgütü", devlet içine yerleşmiş, devletin verdiği yetkileri, imkân ve araçları suç işlemek maksadıyla kullananların örgütü. Bugün Silivri'deki mahkeme salonunda birbirine düşmüş olan bu örgütün üyeleri, kişisel çıkar sağlamak için bir araya gelmişler. Bu kişisel çıkarlar arasında, terör yöntemleri ile darbe yapıp iktidar koltuğuna oturmak da var.
Savcılar, yargıçlar işini yaparken hükümetin suçlanması ayrı bir çarpıtma. Çünkü, suçlanan hükümet, Parlamento'da bir araştırma komisyonu kurup yargının üzerindeki yükü hafifletmeye bile cesaret edemiyor. Parlamento'yu, bu kadar kapsamlı bir suç örgütü karşısında harekete bile geçiremiyor. Bize düşen uyanık kalmak. Suç işleyenlerin kendilerini korumak için zırh gibi kullandıkları Atatürk'ü, Cumhuriyet'i ve laikliği suçluların yol açacağı yozlaşmadan kurtarıp korumak.