Eşitlik Çağı Başladı?
CUMHURİYET tarihinin ilk zamanı hariç Türkiye hiç bu kadar demokrat ve hür olmamıştı. Nice tabular gümbür gümbür yıkıldı, yıkılıyor... Nasıl yıkılıyor? Dehşetli bir kargaşa ve toz duman içinde. Niçin daha düzgün olmuyor? Çünkü halkın, hele okumuşların (çok az istisnalar dışında) eğitim ve kültür seviyeleri çok düşük.
Bazı Atatürkçüler "Bu yapılanlar despotluktur!.." diye feryat ediyor. Despotluk görmek istiyorlarsa yakın tarihimize baksınlar.
1960'dan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Kürsüsü Başkanlığı yapmış Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil evinden apar topar alınmış ve sıkıyönetim zindanlarına atılmıştı. O zaman "Bu bir despotluktur!.." diye bağırmak da mümkün değildi.
Prof. Ali Fuat Başgil tutuklanırken iyi, Prof. Devrim Atasever tutuklanırken çok kötü... Oldu mu bu!..
Necip Fazıl 1940'lı yılların ortalarında Büyük Doğu dergisinin kapağına kocaman bir kulak resmi koymuş ve "Başımıza kulak istiyoruz!" diye yazmış ve hemen tutuklanmıştı. Neymiş efendim Millî Şef İsmet Paşa ağır işitiyormuş, bu resim ve yazıda ona telmih varmış...
Malatya'da Sabataycı Ahmet Emin Yalman vurulunca yurt çapında bir tutuklama ve devlet terörü fırtınası başlatılmıştı. Evler aranıyor, nice gazeteciler, yazarlar, din adamları yaka paça yakalanıp tutuklanıyordu. Hem o zamanlar bugünkü garantiler de yoktu.
27 Mayıs 1960 rejiminden sonra Doğu Anadolu'nun iki vilayetinde Hitler'in toplama kamplarına benzeyen kamplara din hocaları, tarikat şeyhleri doldurulmuştu.
12 Eylül 1980'den sonra Adıyamanlı merhum Şeyh Raşid Efendi sorgusuz sualsiz Çanakkale'ye sürgün gönderilmişti.
Zulmün, haksızlığın, adaletsizliğin hangi birini sayayım...
Hiç kimse için suçludur, cezalandırılsın demem. Lakin bugün ülkemizde, şimdiye kadar görülmemiş bir serbestlik ve demokrasi olduğunu da inkar etmem.
Bazıları niçin rahatsız?
1. Ülkedeki Sabataycı saltanatın ve hakimiyetin temelleri çatırdıyor.
2. Bir kısım kripto Ermeniler çok rahatsız.
3. Laikliği, İslâm'a karşı bir din haline getiren aşırı ve agresif laikçiler çok rahatsız ve tedirgin.
4. Yüz milyarlarca dolarlık rantların kendi kamplarından başka bir kampa kaydığını gören çağdaş yiyicilerin içleri kan ağlıyor.
Bu yüzdendir ki, canhıraş feryatlar kopartarak "Demokrasi elden gidiyor... Bir dikta rejimi kuruluyor..." diye çırpınıyorlar.
Hayır hayır!.. Türkiye düşe kalka, kargaşa içinde, bin türlü pisliğe bulaşmış vaziyette daha fazla demokrasiye, daha fazla hürriyete doğru yol alıyor.
Kendileri yerken iyiydi, ötekiler yiyince çok kötü oluyor...
Soruyorum bunca laikçi, bunca çağdaş, bunca Kemalist bu efsanevî servetleri nasıl elde etmişlerdir?
Bunca uyuşturucu ticaret ve kaçakçılığını kimler yapmıştır?
Bunca silah ve cephane kaçakçılığını kimler yapmıştır?
Üniversiteleri mafya haline getirmek istemiş olanlar kimlerdi?
Ortadoğu'nun Japonya'sı, Güney Kore'si olabilecek bu ülkeyi bugünkü hale getirenler kimlerdir?
Yetmiş milyonluk bir halkı, dedelerinin atalarının mezar taşlarını okuyamayacak kadar cahil hale düşerenler kimlerdir?
Uyduruk karakuşî mahkemelerle yargının ırzına geçenler kimlerdir?
Bir 1920'lerin, 30'ların İstiklal Mahkemelerine baksınlar, bir de bugünkü mahkemelere? Hangisinde yargılanmak isterler. Kendi İstiklal Mahkemeleri'nde mi, bugünkülerde mi?
Ülkede bugünkü kadar medya hürriyeti olmuş mudur?
Evet birtakım usûlsüzlükler, aşırılıklar olabilir ama hiçbir zaman onların hasretini çektiği karanlık günlerdeki kadar olamaz.
Evet, Türkiye düşe kalka, bazen tökezleyerek, toz duman içinde daha fazla hürriyete, daha fazla demokrasiye, daha fazla eşitliğe doğru yol alıyor.
Yakın tarihimizde Türkiye Müslümanları çok ezildiler, çok baskıya maruz kaldılar, "daha az eşit" oldular... Şu anda, eskiden "daha fazla eşit" olanlar, normal eşitlik statüsüne geçiyorlar. Bu da demokrasinin bir cilvesidir.
(Zemzemle yıkanmış gibi temiz olmalarına rağmen gözaltına alınan, tutuklanan kimseler üzerlerine alınmasınlar. Öylelerine bir şey dediğimiz yoktur. Bendeniz de vaktiyle hiçbir suçum olmadığı halde nice defa tutuklanmıştım, evim aranmış, kitaplarım ve evrakım müsadere edilmişti. Düşüncelerim, yazılarım, görüşlerim ve tenkitlerim yüzünden de epey hapis yatmıştım...)
Karıncalar ve Bulutlarla Depremi Önceden Bilmek
EĞİTİMCİ Kadir Sütçü, karınca kolonilerinin davranışlarını ve bulutları inceleyip müşahede ederek deprem olacağını önceden bilip öğreniyormuş. Şu anda Amerikalılarla işbirliği yapıyormuş.
Evet depremler önceden bilinebilir. Bunun için ilk yapılacak iş dogmatik pozitivist kafayı ve zihniyeti bırakıp konuya çok geniş bir açıdan bakmaktır. Depremler nasıl önceden bilinir?
1. Kafeste beslenen bazı kuşların anormal şekilde çırpınmaları, telaşlanmalarıyla...
2. Yine kafeslerde beslenen fare türünden bazı küçük hayvanların anormal davranışlarıyla...
3. Denizlerde suların çekilmesi, kıyılardaki deniz diplerinin ısınmasıyla...
4. Evlerdeki bazı saksı çiçeklerinin solup sararmaları, bükülmeleriyle...
5. Bazı tür saatlerin ya çok hızlı, yahut yavaş çalışmalarıyla...
6. Bazı keşfi açık kimselerin gördükleri rüyalarla...
7. Normal dışı elektromanyetik alanlar oluşmasıyla...
8. Geceleri olağan dışı bir berraklık olup yıldızların sanki dünyaya yaklaşmış gibi görünmesiyle...
9. Depremden biraz önce martıların havada telaşla uçuşup bağrışmalarıyla...
10. Karıncaların yuvalarından yığınlar halinde çıkmaları ve alışılmamış telaşlı davranışlar sergilemesiyle...
Konunun uzmanı olmadığım için bu kadar yazabiliyorum. Üniversitedeki uzmanların bir kısmı depremi tekellerine almak istiyor. Son on seneden beri deprem de bir rant konusu oldu.
Sismologlar (deprem uzmanları) kendi aralarında da anlaşamıyor.
Önemli olan depremin, ne şekilde olursa olsun önceden bilinmesi ve halkın kurtarılmasıdır.
17 Ağustos büyük depremi önceden bilinmiş olsaydı, deprem bölgesindeki halk sirenlerle uyandırılmış ve çökecek binalardan uzaklaştırılmış olsaydı iyi olmaz mıydı?
Depremi önceden bilmek, sezmek, keşf etmek için en küçük ümitler, ihtimaller, çareler, çözümler devre dışı bırakılmamalıdır.