Fıkhi hükümlerin çağımızdaki uygulanmasın dan kaynaklanan problemler
İslam denilince, ondan anlaşılan şey insanların hem dünya işleri hem de ahiret işlerini düzene sokan ve her iki dünyaya ait sorunlara çözüm getiren en son hak dindir. İslam’ın en karakteristik özelliklerinden biri insanların yaşadıkları toplumlardaki sorunlara çözüm getirecek ilkeleri kapsaması ve çok sağlam bir kaynağa sahip olmasıdır. Bu kaynak da Kur’an’dır. Sahih sünnet ise Kur’an’ın tamamlayıcısıdır. Sünnete, Hz. Peygamber’in İslam’ı uygulama biçimi de diyebiliriz.
Bizim anlayışımıza göre, iki türlü İslam vardır. Biri geleneksel İslam, diğeri gerçek İslam’dır. Gerçek İslam; Hz. Peygamber dönemi ile sahabe döneminde uygulanan İslam’dır. Buna Kur’an ve sahih Sünnetteki İslam da diyebiliriz. Geleneksel İslam ise Sahabe’yi izleyen dönemlerdeki fakihlerin kendi toplumlarının şartlarına, ihtiyaç ve zaruretlerine göre yaptıkları yorumlarla karışan ve gelenekleşerek yaşatılan İslam’dır. Mevcut Sünni ve Şii mezheplerini bu tür İslam çerçevesinde düşünebiliriz. Çünkü bu mezheplerin görüşlerini yansıtan Fıkıh kitapları gelenekleşmiş İslami bilgiler ve hükümlerle karışık durumdadır. Çünkü Kuran ve sahih sünnette direkt olarak hüküm taşıyan ayet ve hadislerin sayısı 2000’den fazla değildir. Oysa fıkıh kitaplarında yer alan hükümlerin sayısı 100.000’in üzerindedir. Buna göre fıkıh kitaplarında yer alan uygulama ile ilgili hükümlerin kahir ekseriyeti örf-adet ve ihtiyaçlara göre düzenlenmiştir.
Tarihteki toplumların ihtiyaç ve zaruretlerine göre yorumlanarak oluşan bu İslam anlayışını, bu anlayışı ortaya koyanların kendi dönemlerinin şartlarındaki doğruların göstergesi olarak değerlendirebiliriz. Bu yorumlar çeşitli bölge ve zaman şartlarında doğrudur. Fakat, gerçek İslam’ı sadece bu yorumlarla sınırlandırmak doğru değildir. Çünkü belli bir örfe göre doğru olan bir yorum, değişik bir örfte doğru olmayabilir. Bugün cereyan eden ve kasıtlı olarak gündeme getirildiği her haliyle anlaşılan bazı olaylara bu çerçevede yaklaştığımız takdirde meselenin daha iyi anlaşılacağına kaniiz. Hulle nikahı, Muta nikahı gibi konular bunun örnekleridir.
Hulle nikâhı gelenekleşmiş İslam anlayışının güzel örneklerinden biridir. Hulle; sözlükte elbise, zevce gibi manalar ifade eden bir kelime olup, terim olarak; fıkıh kitaplarında yer alan bid’i boşama şekline göre kesin olarak boşanmış kabul edilen bir kadının, evvelki koca ile tekrar evlenmesini sağlamak amacı ile yapılan muvakkat hileli bir nikâhtır. Aslında Kuran’a göre boşanma ancak sekiz merhalede gerçekleşir, dolayısıyla Kur’an’daki boşanma oldukça ağır şartlara bağlanmıştır. Hz. Peygamber dönemi ile Hz. Ömer’in halifeliğinin ilk iki yılına kadar ise kadının kesinlikle boşanması üç ayrı ayda ve üç ayrı zamanda kocanın karısını boşaması suretiyle gerçekleşiyordu. Bu kadar uzun süreli bir mehili kullanan kocanın boşamanın kesinleşmesinden sonra pişman olması ve tekrar eski karısı ile evlenmek istemesi ihtimali çok zayıftı. Bu mehilin verilmesinin sebebi de budur. Fakat Hz. Ömer döneminin şartları, bu üç aylık mehilin kısaltılmasını ve bir anda üç aylık hakkın birden kullanılarak kesin boşanmanın gerçekleşmesini gerektirdi. Bu gerekçe ile Hz. Ömer bir ağızda bir anda kadının üç talakla kesin olarak boşanmasına imkân verdi ve buna sonradan gelenler tarafından bidî talak adı verilmiştir. Bidî talak Hz. Ömer’den buyana fıkıh kitaplarında yer almakta ve bu usule göre kadının kesinlikle boş olacağına hükmedilmektedir. Bu konuda büyük çoğunluk âlimlerin görüşleri birleşmiştir. Ancak burada dikkatimizi çeken bir nokta var o da, Hz. Ömer döneminin şartlarının müçtehit imamlar döneminde de devam etmiş olmasıdır. Gerekçe bulununca müçtehitler Hz. Ömer’in bu içtihadına uymuşlar ve bir ağızdan bir anda kadını boşamanın geçerli olacağı kararına onlar da uymuşlardır.
Fakat çağımız toplumlarındaki şartlar değişmiştir. Şartlar değişince hükümlerin değişmesi de zaruridir. Bu husus Mecelle’de yerini alan bir kaidedir. “Zamanların değişmesi ile hükümlerin değişmesine karşı çıkılamaz.” Hulle nikâhı işte bu fıkhi kaidenin uygulanamamasından kaynaklanmış ve hukukta hile yoluna başvurulmasına neden olmuştur. Çünkü Hz. Ömer döneminin zaruret ve ihtiyaçları daha sonraki dönemlerde aynen devam etmemiş, belki devam ediyor gibi farz edilmiş, bu sebeple kızgınlık eseri, yada sarhoşken, yahut ani bir kararla karısını üç talakla boşayan bir Müslüman’ın karısı ebediyen kendisine haram kabul edilmiştir. Oysa Kur’an’ın koyduğu zaman mehili kullanılmadığı için, karısını boşayan koca belli bir süre sonra pişmanlık duyarak eski karısına dönmek istemektedir. Bu dönüşün hulle nikâhından başka bir yolu da kalmamaktadır. İşte hullecilik bu şekilde ortaya çıkmıştır. Yani gerçek İslam’ın geleneksel İslam’a mahkûm edilmesinin bir sonucudur. Günümüzde ortaya çıkan uygulamalar büyük çoğunluğu itibarıyla geleneksel İslam anlayışına uygundur. Fakat gerçek İslam’a terstir. Dolayısıyla, günümüzde, bizim geleneksel İslam yerine gerçek İslam’ı esas alarak hükümlerin uygulamasına gitmemiz gerekir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.