Metin Hasırcı

Metin Hasırcı

Osmanlı Devleti'nin kuruluş sene-i devriyesi ve genel af

Osmanlı Devleti'nin kuruluş sene-i devriyesi ve genel af

önümüzdeki Pazar günü (27 Ocak), Osmanlı Devleti'nin aşiretten devlete geçişinin Hicri târihle 730'uncu, Milâdi târihle ise 709'uncu sene-i devriyesidir.
Günümüzden o tarafa baktığımızda, devlet-i ebed müddet çizgisinin en muhteşem devletinin, Osmanlı Devleti olduğu hakikatını, bütün şaşaasıyla karşımızda görürüz. Elbette ve elbette geçtiğimiz günlerde, Hicret-i Nebevî'yi idrâk etmiş olan İslâm ümmeti, Müslümanların sene başısı olan bahse konu günde, çeşitli yönleriyle bu muhteşem olayı, konferans, makale, mevlid ve dualarla andılar. Benim gördüğüm kadarıyla Hicret-i Nebevî'nin devlet olma yürüyüşünü bünyesinde taşıdığını, pek dillendirmediler. Dile getirdilerse de, ben muttali olamamışım demektir... Ancak, Hira dağında alınan vahiy, ahir zaman insanlığına, "Allah'a dönün, kıyamet geldiğinde, onun emir ve yasaklarına uymuş kimseler olarak cennetime girin" haberi yanı başında, "Bir nizam sahibi olun" emrini de taşımaktaydı. Bu bakımdan M. 622 yılını bu anlayış açısından, Ekmel-ü Ettehaya (s.a.v) Efendimizin bu hicretini devlet olma ve istenen nizamı kurma teşebbüsü olarak kabul ve tesbit etmemiz lâzımdır.
Bu lâzimiyet, devlet-i islâmiyenin yeryüzünde kıyamet kopana kadar bâki kalacağına verilen isim olan, devlet-i ebed müddet anlayışı, Hira Nur mağarasındaki muhatab, Hazreti Resûlullah’ın da taşıdığı anlayıştır. Devr-i Saadet ve dört büyük hâlife devri denen dönemi tâkip eden (üzerinde şuydu buydu diye tartışmalar yapılsa da) Emeviye, Abbasiye, ilâ âhir devletler, Türk kavimlerinin fevç fevç İslâmla şereflenmesi sonucunda, beş bin yıldan beri devlet kurup yıkma kavgasının pek tecrübeli topluluğu olan Türkler, Müslümanlıklarıyla birlikte Kur'an nizamının devlet olma prensiplerine bağlılıkla, bin yılı aştığımız devlet-i ebed müddet çizgisini, hem kılıcı hem de kalkanı olarak, kavmi farklılıkları da Hüdavendigâr sıfatıyla İslâm anlayışı rehberliğinde ümmet olarak bir arada tutarak, İ'lâ'yı Kelimetullah davâsını, gönül ve kılıç fetihleri yoluyla yüceltmeye muvaffak oldular.
Bu çizgi Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Devleti olarak devam etti ki; 1924 Anayasası'nda, Türkiye Cumhuriyeti'nin dini, din-i İslâmdır yazması itibarıyla devletimizi, kuruluşu hasebiyle, devlet-i ebed müddet içinde mütalaa edebiliriz. Bu münasebetle Osmanlı Devleti'nin altı asrı aşan payidarlığı ile ona devr-i saadet hâriç, en mükemmel İslâm devleti demekte hiç bir mahzur görmüyorum, öteki mahalleden ve bizim mahalleden yaptığımız tespite itirazlar, bir mânâ ifade etmez hususlardır.

üLKEDE GENEL AF OLABİLİR Mİ?
Her şeyden evvel affın bir atıfet olduğunu hatırlatalım. Bu atıfeti yapacak mercii ise, hiç şüphe yok ki, TBMM'dir. Tâbii ki bu meclisi teşkil eden milletvekilleridir. Gazetemizin ahali tarafından sevilen ve şahsen beni gören herkesin sağlığını sorduğu Hüseyin üzmez Bey'in son günlerde af konusuna yazılarında temas ettiğini görüyorum. üzmez Ağabey engin tecrübesiyle genel bir affın vaktinin geldiğini akl ve hissetmiş olabilir. Bir taraftan da, eski bir hapishaneci olarak, bâzı suçların affedilmesi hâlinde ortalığın karışabileceğini düşünüyor, bunu hem demir parmaklık arkasındakiler için istiyor, hem de bâzı suçların affı adı ile PKK'lıların istifade ettiği bir af, onların hedefi olmuş güvenlik kuvvetleri mensupları ve askerlerimizin geride kalanlarını çok üzeceği ve bu üzüntünün nerde duracağı kestirilemez olduğu şeklinde düşünüyor ki, genel af hatırlatması yapıyor.. Bu arada da kan dâvasının kalkabilmesi için kâtile ya kısas ya da diyet uygulaması gerektiğini hatırlatıyor.
Aklıma Kösem Valide Sultan'ın Ramazan-ı Şerif'de mahpusaneleri dolaşıp, borç ödeyememekten yatanların borçlarını ödeyip, onları tahliye ettirmesi geldi. Hüseyin Ağabey, cinayet fâillerinin diyet ödemesi yoluyla afdan istifadesinin kapısını çalıyor. Elbette ki İslâmi ceza hukukunda diyet ve kısas var. Ancak üzmez Ağabey, İslâmi anlayışın en tabii hallerinin bile layıklık anlayışının kimi telakkileriyle yürürlükten çıkarıldığı düzende, bünyesinde uzun müddet hapis hapis barındırmayan hukuk anlayışının diyet hükmünü tatbik tavsiyesi ne derece uygundur; zâten kısasın, idâm cezasının kaldırılması hasebiyle mümkün olmamasını da derhatır eylemeliyiz. Geçtiğimiz yıllarda TCK'nın tebdili hasebiyle, af mahiyetini alan hayli madde bir haylice tahliyeyi getirmişti. Buna dayanarak söylemek istiyorum ki; yeni bir anayasa yapılmasından vazgeçilmediyse, çıkarılacak genel af bu anayasanın şerefine çıkarılabilir, hem ülke çeyrek asırlık bir anayasa yerine, yepyeni bir anayasa ile tanışırken, demir parmaklıklar arkasına düşmüş herkese beyaz bir sayfa açarak hayata yeniden dönüş sağlanabilir. Olabilir mi?
Bana görünen, iktidar yeni anayasa yapımından vazgeçmiş görüntüsü veriyor. İspanya'da, "Türban simge olsa ne olur? Olmasa ne olur? Suç mudur simge taşımak?" sorusu, peşinden de "Başörtüsü için anayasayı beklemeye gerek yok" sözüyle sayın Başbakan "1982 Anayasası'na bir madde ekleriz, bu iş tamam olur" diyor. MHP desteklerim diyor, Sayın Kutan da "Anayasanın 24. maddesine yapılacak bir ilâve ile olur" diyor. Bence ya yeni bir anayasa yapın ve bu anayasada, anayasa mahkemesinin hiçbir kararı kanun koyma yerine geçemez ifadesi eklenmelidir. Yok yeni anayasadan sarfınazar ettiniz veya ettirildinizse, o zaman yukarıdaki ifadeyi 1982 Anayasası'na koyma yoluna gidiniz.
Mühim Not: 2. Dreyfüs kararı olarak anılacak Refah Partisi'nin hazine yardımı dâvasında Sayın âkif Gürdoğan Bey de çorlu medrese-i Yusufiyesine girdi. Allah kurtarsın. Bu cezaevinde evvelsi sene Alaaddin Akyel ile Selman Esmerer'i, Pınarhisar'da ise Kırklareli il başkanlarından Avukat Şenol Bey'i Adalet eski bakanı Muhterem İsmail Müftüoğlu Beyefendi'yle ziyaret etmiştik aynı dâva hasebiyle. Onlar tahliye olalı çok oldu. Ben derim ki, bu hükmün mazlumları olan arkadaşlar birleşsinler ve bu dâvanın yeniden görülmesi için gerekirse torunlarının dönemine kadar sürecek bir hukuk mücadelesi başlatsınlar. Bu dâva Anayasa Mahkemesi'nce görülmesi gereken bir dâvayken ısrarla Ağır Ceza Mahkemesi'nde rüyet olunmuştur. Selahiyeti meşkük bir mahkemede görülmesi sağlanmış ve de itirazlar ret olunmuştur. Ne çare ki, siyasi dâva diye, Mazlum-Der bu hususta bir beyanata dahi lüzum görmemiştir. Anayasa Mahkemesi'nde bu dâvanın görülmesi hususunda, mahkeme dosyasına mütalaa koyan Prof.Dr. Servet Armağan ve şimdiki AKP milletvekili Sayın Prof.Dr. Burhan Kuzu beyefendilerin de, ne seslerini ne de makalelerini göremedik. Fiemanillah
İrtibat: 0542 497 03 27

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Metin Hasırcı Arşivi