Ey Atatürkçüler, İslam geliyor!

Ey Atatürkçüler, İslam geliyor!

Böyle "dost"unuz oldukça...

Bak bak bak, ne diyor, "Ey Atatürkçüler, laikler; eğer bugün susup sinerseniz biteriz. Atatürk biter. Atatürk Cumhuriyeti biter (...) Ilımlı İslam devletine döneriz."
Adama göre Ergenekon operasyonunu yaptıran ve yönlendiren Amerika'dır. "Amerika'nın sıkıntısı ordudur" diyor, "Ordu orada dimdik durdukça, laik Cumhuriyet'ten kimse taviz veremez, ılımlı İslam devleti de kurulamaz; öyleyse asıl hedef ordudur."

Sonra hayret verici şeyler söylüyor: "Bu ülkede her iktidar eğer isterse polisi ele geçirebilir fakat Menderes bile orduyu ele geçiremedi. Harp Okulu durdukça kimse bunu başaramaz."

Şöyle bir mantık: Polis, yargının, savcının emrinde değil iktidarın emrinde çalışır. Orduyu eleştiren kalemler, bu kadar yanlış yapan polisi niçin eleştirmiyorlar; tesadüf olabilir mi? Ve ardından daha önce yazdığı bir yazıyı işaretliyor; bu yazıya göre işgal altındaki ülkelerde işgalcilerle gerilla savaşı yapmak için önceden bazı silahlar gömülüp saklanırmış. Bir emekli general da bunları okuyunca demiş ki, "Vallahi yazdıkların doğru. Bugün bulunan tüm silah ve cephanenin devlete kayıtlı olduğunu asker de, polis de biliyor. Asker görev bilinci içinde sırlarını açıklamaz. Susuyor. Polis bunu biliyor ve kullanıyor. Asker hızla yıpranıyor."

Emekli generalin yalan söyleyecek hali yok; adam da diyor ki, "Ergenekon adı altında kopan tüm gürültünün hedefi, Atatürkçüler ve de özellikle Atatürk'ün ordusu."

İşte bunun için susulmamalı, sinilmemeli, bilgisayarla karşı taarruza geçilmeliymiş. Bakınız Atatürk'e söven yazılar nasıl artmış; "Atatürk'ün kurumları, onlara sahiplendiğinizi görsün, hissetsin, yaşasınlar. Bu ülke bizim... Bu cumhuriyet bizim. Atatürk bizim. Biz yaşadıkça.. Korkmadıkça, sinmedikçe, palavraya pabuç bırakmadıkça." diye olup bitenin içyüzünü bir güzel anlatıyor.

Bu memlekette fikir hürriyeti denilen şeyin varlığına delildir bu satırlar; ayrıca fikir hürriyetinin, saçmalama hakkını kapsadığını da mükemmelen izah eder.

Son zamanlarda bırakınız fikir serdedebilmeyi, eğlendiriciliğini bile kaybettiğinin farkında olmayan ve "yandaş medya" tesmiye olunan bir gazetede yazmaya devam eden bu yazarın söylediklerini, bir belgesel tadı sunduğu ve bir zihniyet MR'ı teşkil ettiği için kısmen iktibas etmeyi faydalı buldum. Ergenekon zanlılarını Atatürk'ün, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin arkasına süpürmeye çalışarak temize çıkarmaya çalışan bu mantık, bütün garâbetine rağmen ciddiye alınmalıdır çünkü bu ülkede hayli "muteber, toplumda iyi tanınmış, hukukçu, üniversite hocası, bürokrat, emekli asker ve polis şefi" dahi -ister inanın, ister inanmayın- üç aşağı beş yukarı böyle düşünmektedir.

Ergenekon zanlıları açısından bu tür mütalaaların ne derece fayda veya zarar tevlid edeceğini bilemem; şair bu gibi haller için, "bilemem eyleyecek hande midir, girye midir?" deyip geçiyorsa da ben "Senin gibi dostum olduktan sonra düşmana ne hâcet?" deyişinin bu duruma daha muvafık olduğunu düşünürüm.

Doğrularla yanlışları birbirinden ayırmak için doğrusu parmağımı kımıldatacak değilim; hem üstüme vazife saymıyorum, hem de yerim dar. Üstelik fikir hürriyeti kavramı sâyesinde söylenenler, her zaman "fikir" ihtivâ etmese de lâzım ve faydalıdır. "Belgesel"in iyisi kötüsü olmaz.

Eskiden kitapların sonunda "doğru-yanlış" cedveli bulunurdu, şimdi pek rastlanmıyor; bazı kitapların son sayfasında ise yanlışların düzeltilmesi için daha zekîce bir formül (bir beyit) yer alırdı: "Hata vü savab cedveline lüzum göstermedik/ Zirâ farkeyler ânı şehrimizin nüktedanları"

Fark edersiniz eminim!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi