Yanlış insanlarla doğru iş yapılmaz
Bir ağaç gibi, yirmi iki yıldır bulunduğum yerdeyim. Gördüğüm şu: İyi niyetlerle bir işe başlanıyor, sonra o iş ya tıkanıyor ya da mecrasından çıkıyor. Bu kadar insanın emeği ve şu kadar masraf da haliyle boşa gidiyor.
Sayın Nurettin Yıldız'ın aile sayfamızda "maaş yetmez, bereket şart" başlıklı bir yazısı vardı. Bunu hatırlatmak yeterli olacak mı, bilmiyorum. Veya "yalan dünyanın yanlış işleri" deyip kenara çekilmek...
Pozisyonumuz ve şahsiyetimiz icabı, böyle bir şeyi yapamayız. Müslümanlar kardeşse eğer, bir başkasına dokunan şey, bana da dokunmuş olur. Hayır, yılan falan demedim.
Her beş yılda bir, "benim ile yola çıkanlar hani" sorusunu kendime soruyorum. Sorun yolda değilse eğer, nerede ya da kimde olabilir?
Bir hoca efendi, "Çocuklara evvela dilini tutmasını öğretmek gerekir; konuşmasını nasıl olsa öğreneceklerdir" diyor. Biz ise çocuklara önce konuşmasını öğretiyor, sonra da onları susturmak için çaba harcıyoruz. Bu yüzden, bizde her güzel şey çok kısa sürüyor.
Sorun "yolda" değil. Bunu biliyoruz.
Sorun, yol-yordam bilmeyenlerde...
Sadece gözü değil, eli de oynaşta olanlarda...
"Hesap-kitap" bir deyim olabilir. Fakat hesap ile kitap aynı çatı altında olmaz. Kalpte de...
İnsanlar, ancak, ellerindeki işle meşgul olurlarsa temiz kalabilirler. Ayrıca şu: Kalıcı işler yapmak isteyenler, geçici işlerle uğraşmamalı.
Savunduğumuz şey ile avunduğumuz şey aynı ise, acilen kalbimizle aklımız arasındaki ilişkiyi gözden geçirmemiz gerekiyor.
Örnek vermeyi pek beceremem ama yine de bir deneyeyim:
Cumhuriyet ideolojisi kadını "baştan yaratmaya" karar verdi. Baştan yarattı mı, yoksa çıkardı mı, bu ayrı bir tartışma konusu. Biz "yarattı" diyelim. Buna rağmen, kökten laikler bile, huyunu ve suyunu, karakterini, oturup kalkmasını beğendikleri 'olgun' kadınlara "tam bir Osmanlı kadını" diyor. Osmanlı kadını ise, iyidir. Değilse, değildir falan.
Demek ki, eserlerinden kendileri de memnun değil.
Peki, yaptığımız işlerden, ortaya koyduğumuz eserlerden bizler memnun muyuz?
Ahlak'ın yanına nezaketi, Maneviyat'ın yanına samimiyeti koyabildik mi?
Bu dünyadaki en hassas terazi, insanın içidir. Yaptığımız iş, içimize siniyor mu?
Aramızda, davaya "özel eşya" muamelesi yapan var mı?
Bir soru daha: Herkes her şeyi bilirse, kim bir şey bilecek? Kimin sözü ve hatırı dinlenecek?
Bir insan bir makama (editörlük, yazı işleri müdürlüğü, başkanlık vs.) geldiği zaman, kendime şu soruyu sorarım: Bu insan, bulunduğu yer her neresi ise işte oraya, yaptığı işlerle mi geldi, yoksa kurduğu ilişkilerle mi?
Yaptığı işlerle geldi ise sorun yok. Çünkü o emeğin ne olduğunu iyi bilir, emeğin karşısında her daim saygı duruşuna geçer.
Kurduğu ilişkilerle geldi ise, kesinlikle emek ve yetenek düşmanıdır. Emek sahipleriyle iyi ilişkiler kurmasının imkânı yoktur. Mümkün mertebe, onların üstünü örtmeye ve kendi gibilerini ön plana çıkarmaya çalışır.
Maalesef, özellikle son yıllarda, yaptığı işlerle değil de kurduğu ilişkilerle bir yerlere gelenlerin sayısı hızla artıyor. Bunun en büyük yansımalarından ya da olumsuzluklarından biri de işlerdeki kalitenin düşmesi ve yetenekli kimselerin yok olup gitmesidir.
Bu konuya Allah izin verirse, Çarşamba günü devam edelim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.