İnekler ve ağaçlar da mı Hamas militanıydı?
İsrail ile Hamas arasındaki ateşkes “hangi sebeple” bozuldu?.. İlk saldırı “kimden” geldi?.. İsrail, Gazze’ye “niçin” saldırdı?.. Hamas, İsrail’e “niye” roket fırlattı?.. Başbakan Tayyip Erdoğan, Davos’taki panelde “neden” öfkelendi?.. İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in sesini yükseltmesine ve Erdoğan’ı azarlar gibi konuşmasına sebep “ne” idi?.. Ermeni asıllı Amerikalı moderatör David Ignatius’un tarafgir tutumu “neye ve nereye” dayanıyor?..
Biz, “önce insan” olmakla birlikte, nihayetinde “gazetecilik” yapıyoruz... Bir “gazeteci” de, “haber” veya “yazı” yazarken, “5 N-1 K” kuralına uymak, haber veya yazısında, bu “soru”lara cevap vermek zorundadır...
“5 N” şudur:
“Ne, Nerede, Nasıl, Niçin, Ne Zaman?”
Ve, “1 K” kuralı... Burada da, “Kim?” sorusuna cevap vermek durumundayız...
İşte, tüm bu “soru”ların cevabını bulabilmek için, ilk önce “Filistin’de 2006 yılında yapılan seçimler”e uzanmak zorundayız.
HAMAS: 76... EL FETİH: 43 MİLLETVEKİLİ
Filistin’de seçimler, bundan 3 yıl önce, yani “Ocak 2006’da” yapıldı. Seçimlerde, “El Fetih” ile “Hamas” yarıştı... Seçimler öncesi yapılan “kamuoyu yoklamaları”na göre; El Fetih büyük bir başarı kazanacak, Hamas “El Fetih’in gerisinde” kalacaktı!..
Seçimlerin “demokratik ortamda” yapılması için bütün tedbirler alındı... Hatta, “muhaliflere bile fırsat verildiğini” göstermek için, “uluslararası gözlemciler” çağrıldı!.. Öyle ya, nasıl olsa El Fetih kazanacak, Hamas hezimet yaşayacaktı... Sandıktan çıkacak böyle bir tablo, hem ABD’nin, hem de İsrail’in işine geliyordu!..
Öyledir ya... “Evdeki hesap, her zaman çarşıya uymaz” ya... Filistin’de de öyle oldu... ABD ve İsrail, hiç beklemedikleri bir tablo ile karşılaştılar!..
Seçimler, El Fetih için “tam bir hezimet” idi!..
Hamas ise, sandıktan “zafer”le çıkmıştı!..
“Filistin Parlamentosu”na seçilecek “132 milletvekili”nden Hamas 76’sını, El Fetih ise 43’ünü elde etti!..
Filistin halkının “irade”sine ve “demokratik tercih”ine hemen herkes saygı gösterdi.
Tabiî, ABD ve İsrail hariç!..
ABD ve İsrail; tavırlarını daha en başta açıklamışlardı: “Hamas’la çalışamayız!.. Hamas’la ilişki kurabilmemiz için, onun da El Fetih çizgisine gelmesi gerekir!”
Bu da gösteriyordu ki;
ABD’nin “demokrasi”den anladığı şey, sadece “kendi öngördüğü sonuçlar”dır!..
Filistin halkı, “onların tercihi”ne aykırı davrandığına göre, bu seçim “demokratik değil”dir!..
ERDOĞAN, ABBAS’A DA TEPKİ GÖSTERMİŞTİ
Uzatmayalım... Seçimlerden sonra Hamas yetkilileri El-Fetih’le ortak hükümet kurmak istediler. El-Fetih buna yanaşmadı. Sonrasında İsmail Heniyye başkanlığında Hamas Hükümeti kuruldu.
Ama hem El-Fetih hem de İsrail ve Amerika ile sürtüşmeler de başlamış oldu. Özellikle İsrail’in hâmisi Amerika arka bahçelerini tek tek kaybetmenin hüznü ile Hamas iktidarını kabullenemiyordu.
“Hamas’ın iktidarı”nı kabullenemeyen El Fetih ve onun lideri Mahmud Abbas, Heniyye Hükümeti’nin kurulmasından hemen sonra, “erken seçim” demeye başladı!..
Çünkü ABD ve İsrail, öyle istiyordu!..
Davos’ta Şimon Peres’e ve Amerikalı moderatöre öfkelenip oturumu terkeden Başbakan Erdoğan’ın tavrının temelinde, işte bu “seçim” de vardır!..
Erdoğan; sadece Peres ve ABD’li moderatöre değil, üç yıl önce de, “erken seçim” isteyen Mahmud Abbas’a tepki gösterip, demiştir ki;
“Sizin tek başınıza erken seçim kararı almanız, Filistin halkının iktidara taşımış olduğu siyasi iradeyi yok farzetmek anlamına gelir...
Bu da, kesinlikle sağlıklı bir geleceği hazırlamaz!”
Peki, sonuç ne oldu?.. Sonuçta Hamas “erken seçim”e razı olmadı... Evet, olmadı ama anında devreye giren İsrail, bir defa daha “Gazze Şeridi”ni işgal edip; aralarında “8 bakan ve 23 milletvekili”nin de bulunduğu “90 siyasetçi”yi tutukladı!..
Takvimler 29 Haziran 2006’yı gösterdiğinde Hamas’ın birkaç İsrailli askeri öldürmesi ve bir İsrailli askeri de esir alması bahane edilerek İsrail, Gazze’ye karşı havadan, karadan ve denizden saldırıya geçti. Hamas’ın el yapımı roketlerine karşı İsrail, F-18’leri, F-5’leri, F-16’ları ve meşhur MERKAVA tanklarını devreye soktu.
SALDIRIYI İLK BAŞLATAN İSRAİL’DİR!
Kısa kesip, 19 Haziran 2008’e gelelim...
Bu tarihte, Hamas ile İsrail arasında bir “ateşkes” anlaşması imzalanır!..
Gelin, görün ki;
İsrail; ateşkesin hiçbir şartına uymaz.
Onlarca Filistinli, Siyonistler tarafından şehid edilmeye devam ederken, Batı Yaka’da da tutuklama, taciz ve cinayetlerini artırarak devam ettirir.
Sanıldığı gibi 19 Haziran-19 Aralık 2008 tarihleri arasında Gazze’de yaşayan bir buçuk milyon insanın ihtiyaçlarının karşılanmasına asla izin verilmez.
Gelelim, 27 Aralık 2008’e...
Hürriyet yazarı Oktay Ekşi, herhalde “ayık kafa”yla yazdığı 6 Ocak 2009 tarihli yazısında, “İsrail’in saldırıları”nın niye ve nasıl başladığını şöyle anlatıyordu:
“Biz hepimiz son kavganın Hamas'ın İsrail'le imzaladığı ancak 19 Aralık günü süresi dolan "ateşkes"i uzatmayıp İsrail'e roketli saldırılar başlatması üzerine başladığını biliyorduk değil mi?
Öyle biliyorduk, çünkü dünyanın büyük haber ajansları bize hikáyenin oradan başladığını bildiriyorlardı.
Oysa Amerika'da yaşayan bir dostumuz bize "If Americans Knew" isimli bir kaynakta yayınlanan bilgileri gönderdi. Burada deniyor ki:
"Medya hep İsrail'in kendisine saldırılmadıkça kimseye saldırmadığını yazar. Oysa örneğin 2000 yılında Filistinliler isyan etmeden ve bir tek İsrail askeri ölmeden önce (İsrail tarafından) tam 140 Filistinli öldürülmüştü. Keza (bu mücadele nedeniyle) İsrailli bir tek çocuk ölmeden önce Filistinli 82 çocuk ölmüştü.
Son ateşkes de 4 Kasım günü İsrail (Saldırı) kuvvetlerinin Gazze'ye girip 6 Filistinliyi öldürmesiyle bozuldu."
İsrail bu cinayeti, "Onları öldürmeseydik bir askerimizi kaçırmaları ihtimali vardı" diyerek savunmuştu.
Aynı kaynak, söz konusu ateşkes anlaşmasına göre İsrail'in, ateşkes süresince "Gazze etrafındaki ambargoyu ciddi şekilde azaltmaya; Gazze'ye askeri müdahalede bulunmamaya söz verdiğini, buna karşılık Hamas'ın da roket saldırılarını durdurmayı taahhüt ettiğini" belirttikten sonra BBC'den, Washington Post'tan ve İsrail'deki gazetelerden olan Haaretz'den de alıntılar yapmış.
Buna göre örneğin Haaretz 9 Kasım 2008 günü, "Kızılay'ın Uluslararası Komitesi dahil uluslararası yardım örgütlerinin Gazze'ye gönderdiği tıbbi malzemenin yerine ulaşamadığını" yazmış.
Aynı gazete 21 Kasım 2008 günü de "İsrail yardım konvoylarını engellemeye devam ederse, Gazze insani bir felaketle karşı karşıya" diye yazmış.
BBC'nin 11 Kasım 2008 günü verdiği habere göre Birleşmiş Milletler'in Gazze'deki ofisi, "İsrail'in utanç verici ve kabul edilemez nitelikteki ambargosu böyle devam ederse Gazze'deki insanların gıdasız kalacağını" söylemiş, bunun "Gazze'deki insanları cezalandırma" anlamına geldiğini belirtmiş.”
Oktay Ekşi’nin, belki de “hayatında yazdığı tek objektif yazı” budur!.. En azından, “asıl saldırgan taraf”ın İsrail olduğunu yazabilme cesaretini gösterebilmiştir!.. Yazdıkları doğrudur...
Daha sonraları saçmalamış olsa bile!..
NİYE KADIN VE ÇOCUKLARI KATLETTİLER?
Her neyse... İsrail; 27 Aralık’ta başlayıp, haftalarca bombaladığı Gazze’de; çoğu çocuk ve kadın 1.500 Filistinli’yi katletti, binlercesini yaraladı.. Gazze’de, adeta “taş üstünde taş, gövde üzerinde baş” bırakmadı!..
Sırası gelmişken söyleyelim: Gazze’de “soykırım amaçlı katliam” yapan İsrail, acaba niye “kadın”ları ve “çocuk”ları hedef aldı?.. Kadın ve çocukların “güvenli yerler”e gitmesini isteyen İsrail, oralara giden kadın ve çocukları, niye “topluca katletti” acaba?..
Bunun tek cevabı “soykırım”dır!..
“Katliam” değil, “soykırım!”
Piyasaya “gazete” diye çıkan “paçavra”larında; “Yahudi eşittir terörist” dememden dolayı bana saldıran “karteloz”lar, biliyorum ki, yine öfke kusacak!..
Ama ben, gerçeği söylemek durumundayım:
Bunun adı, “Yahudi terörü”dür!.. Çünkü, 10 Şubat’ta İsrail’de yapılacak seçimlerde, “Ben daha fazla Filistinli öldüreceğim” diyen partilerin oyları artmıştır!..
Peki, “kim” kullanacak o oyları?.. İsrail’de yaşayan “Yahudi”ler mi, “uzaydan gelecek seçmenler” mi?!?..
“Daha fazla Filistinli öldüreceğiz” diyene oy veren insanlara “terörist” veya “katil” denilmez de ne denir Allah aşkına?..
Malûm, öldürdükleri insanların çoğu da “kadın” ve “çocuk”lar!..
Niye kadın ve çocuklar?..
“Kadın”ları katlediyorlar ki;
“Çocuk doğuramasınlar!”
“Çocuk”ları katlediyorlar ki;
“İleride İsrail’e karşı direnemesinler!”
Sorarım size, “insanlık” mıdır bu?..
Yoksa “vahşet” ve “barbarlık” mı?..
Bu da “soykırım” değilse, nedir soykırım?..
İNEKLERE VE AĞAÇLARA DA FÜZE!
Diyordum ki... Önceki akşam Kanal 7 ekranlarında Sefer Turan’ın hazırladığı özel haberi gördüm...
Tüylerim diken diken oldu!..
Dehşete kapıldım!..
Sefer Turan’ın görüntüleri de ispatlıyordu ki; “Terör Devleti İsrail”in tek hedefi “kadın”lar, “çocuk”lar, “hastane”ler, “okul”lar, “cami”ler, “ambulans”lar ve “BM’nin gıda depoları” değildir!..
Gözlerini kan bürümüş İsrail askerleri, “inek”lerin, “boğa”ların, “koyun ve kuzu”ların otladığı araziler ile “portakal bahçeleri”ni de bombalamıştır!..
Sizler de görmüş olmalısınız;
Atılan top, bomba ve füzeler, arazide derin çukurlar açmış, “portakal ağaçları”nı bile köklerinden sökmüş!.
Aynı top, bomba ve füzeler, arazide otlayan “inek, boğa, koyun ve kuzu”ları da öldürmüş!..
Hepsi, “cansız” yerlerde yatıyordu.
Koyun ve kuzuları gördünüz mü?.. Şarapnel parçaları ayaklarını yaraladığı için, çoğu “topallıyor”du!..
Demek oluyordu ki;
“Çocuk doğuramasınlar” diye kadınları... “İleride savaşamasınlar” diye çocukları katleden İsrail; “et yiyemesinler, süt içemesinler” diye inek, koyun ve kuzuları, “meyve yiyemesinler” diye de “portakal ağaçları”nı hedef almıştı!..
Tam bir vahşet, tam bir soykırım!..
BUNUN ADI, PARANOYADIR!
Malûm, “Terör Devleti İsrail”in Tzipi Livni isimli Bayan Dışişleri Bakanı, gazeteci Christian Amanpour’a verdiği mülâkatta, utanmadan şöyle diyordu:
“Biz Filistin halkına değil, terör örgütü olan Hamas’a karşı savaşıyoruz. Onların halkımıza roket atma gücünü kırmayı amaçlıyoruz... Nitekim Beersheba’da bir okulu da hedef aldılar.”
Sadece Tzipi Livni’ye değil, “İsrail ağzı” kullanan ve adeta “vahşetin avukatlığı”nı yapan “kartel medyası”na da sormanın tam sırasıdır;
“Kadın”lar da mı teröristtir?.. Öldürülen “kundaktaki bebekler” de mi Hamas militanıdır?..
Otladıkları arazide cansız yere serilen “inek”ler, “boğa”lar, “koyun”lar ve “kuzu”lar da mı “Hamas militanı”ydı ki; onları da “bomba” ve “füze”lerle vurdunuz?..
Hele söyleyin; köklerinden sökülmüş “portakal ağaçları” da mı teröristti?..
ÖNCE İNSAN, SONRA BAŞBAKAN!
Tüm bunları görmeden... İsrail’in “saldırı süreci”ni bilmeden, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Davos’taki tavrı”nı anlamak mümkün değildir!..
Erdoğan, Davos’ta, evet “Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı” olarak tepki göstermiştir!..
Bu tepki, Başbakan Erdoğan’ın, dün AK Parti Meclis Grubu’nda da ifade ettiği gibi;
¥ “Başbakan, milletinin kalbinden ne geçiyorsa, onu orada ortamın nezaketine uygun bir şekilde yansıtmıştır... Bir moderatör, uluslararası bir toplantıda, bir Başbakan'ın omzuna elini atamaz!.. Bu, edepsizliktir.”
¥ “Eğer ben orada diplomatik davranmamış olsaydım, daha farklı bir şey yapmam gerekirdi, yapmadım.”
¥ “Eğer diplomatlar, bu anlayışla, gevşek, yumuşak, 'aman ha kırmayalım' mantığıyla ülkemin menfaatlerine halel getiriyorlarsa, ben böyle bir diplomasiyi de kabul etmiyorum!.. Benim diplomatım, aslanın midesinden hakkını söküp alacaktır.”
¥ “Kimsenin Türkiye'yi yanlış bir konumda göstermeye, farklı bir kategoriye yerleştirmesine izin vermeyiz, veremeyiz!.. Kimsenin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'na saygısızlık yapmasına fırsat vermeyiz, veremeyiz.”
¥ “Birileri bu barışçı siyasetimizin, Türkiye'nin önüne bir fatura çıkaracağını ima ederek Türkiye'nin gücünü küçümseme yoluna gidiyor, olabilir. Türkiye, böyle bir ihtimali boşa çıkaracak kadar güçlü bir ülkedir!..”
Bunlar, bir “onurlu çıkış”ın, bir “dik duruş”un ifadesidir!.. Evet, Erdoğan; bir “Başbakan”ın “söylemesi” gerekenleri söylemiş, “yapması” gerekenleri yapmıştır!..
Ama Davos’ta gösterilen o “tepki”nin, o “öfke”nin tek sebebi, “Başbakan” olması değildir!..
Erdoğan, aynı zamanda bir “insan”dır!..
İnsan olan da, “zulme rıza” gösteremez!..
Nitekim, o da göstermedi!..
Olayın özü ve özeti budur!..
Sezer de yargılanmalı!
Herhalde hatırlarsınız... Cumhurbaşkanı A.N. Sezer döneminde, ataması yapılacak “bürokrat”ların “kılı kırk yararcasına” incelendiği, hatta “oturdukları evin kapıcısı”ndan bile “istihbarat” alındığı söyleniyor, yazılıyordu...
Sezer, işte bu kadar “hassas”tı... Bu kadar “ince eleyip, sık dokuyor”du!.. Ki, “devlet”in içine “irtica” sızmasın!..
Peki, aynı Sezer’in 1 Ağustos 2000’de atadığı, 4 yıl sonra yine atadığı ve böylece 8 yıl boyunca, yani 2008’e kadar “rektör” olarak görev yapmasını sağladığı Fikri Canoruç’un marifetlerini gördünüz mü?.. Adam, 8 yıl boyunca “rektör” olarak görev yaptığı Dicle Üniversitesi’nin Tıp Fakültesi Hastanesi’ne, “4 bin yıl yetecek” sayıda ilaç aldırmış, iyi mi?..
“Kimler”le ilaç anlaşması yaptı?.. “Hangi firma”lara ne karşılığı, nasıl kıyak geçti?.. Ne kadar yolunu buldu?..
Elbette, tüm bunları bilmiyoruz... Bildiğimiz şu ki; bunun adı “ihale” falan değil, düpedüz “ihanet”tir!..
Bence, bu “vurgun”un tek sorumlusu Rektör Fikri Canoruç değildir!.. Onunla birlikte Sezer de yargılanmalıdır...