Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Siyaset yazmak

Siyaset yazmak

Bir toplantıda yazar dostlarımdan biriyle karşılaştık...
Yarı şaka bir tavırla lâf dokundurdu:
“Bravo, artık siyaset de yazıyorsunuz!” dedi.
Birkaç gün arka arkaya siyaset yazmıştım. Dostum galiba şaşırmıştı.
Hâlbuki yirmi yılı aşkın bir süre siyaset yazmış bir yazarım.
Çok gerekli gördüğümde tekrar tekrar yazabilirim. Çünkü hayatın içinde onun da hatırı sayılır bir yeri var...
Ben sadece her gün siyaset yazmanın anlamsızlığını kavrayamıyorum.

Siyaset yazmak savaşmaya benziyor...
Kendinizce doğru şeyler yapıyorsunuz, ancak hiçbir şeyi değiştiremiyorsunuz. (Her savaş kalıcı barışı sağlamak için yapılır, ama hiçbir savaş kalıcı barışı sağlayamaz)
Cami ne kadar büyük olursa olsun, imam bildiğini okuyor: Bizim yazdıklarımızla ne Demirel’in kılı kıpırdıyor, ne Baykal’ın siyaset anlayışı değişiyor, ne Yılmaz’ın fırsatçılığında (kendini seçtirmesi yetmedi, Rize ilçelerine belediye başkanı seçtirmeye çalışıyor) bir düzelme gerçekleşiyor...
Çünkü hepsi tek doğrunun salt kendi doğruları olduğunu zannediyorlar...
Zaten etraflarından da böyle telkinler alıyorlar:
“Yine isabet buyurdunuz efeeem!”
“On ikiden vurdunuz Sayın Genel Başkanım!”
Alkış, kıyamet!..
Bu kadar alkışçının içinden sıyrılıp etten kemikten inşa edilmiş dalkavuklar duvarını aşarak düşüncelerinizi politikacıya ulaştırmak fevkalâde güçtür...
Bırakınız tepe noktalarda oturanları, ilçe belediye başkanına ulaşmak için neler çektiğimi, buna rağmen ulaşamadığımı biliyor musunuz?
Aynı Başkanı Çiftetelli Medyası (“Kartel Medyası” da derler) mensuplarından bir yazar arasa derhal telefona çıkacağını, hatta bunu “şeref” bile sayacağını adım gibi biliyorum.
Nihayetinde sıkılıyorsunuz.
Ben de sıkıldım.
Kendini dev aynasında gören politikacılarla uğraşmaya çalışırken, tükenmekten bıktım: Siyaset defterini kapattım....
O gün bugündür arada bir siyasete değinsem bile, genelde salt yüreğimi yazıyor, yüreğiyle okuyanlara ulaşmaya çalışıyorum.
Siyasetin “kitlesel değişim” getireceğini artık sanmıyorum...
Özlediğim kitlesel değişimin, bireysel değişimlerden doğacağına inanıyorum.
İşte bu yüzden, hayatımın son baharında, kendi yüreğimden başlayarak farklı çevrelere ulaşmayı, farklı yüreklere bir şeyler fısıldamayı hedefledim...
Belki de bu, beklenen “yürek devrimi”nin yolunu açacaktır.
İlk yürek devrimini Peygamberimiz (sav) gerçekleştirmişti. Son yürek devrimini onun ümmeti gerçekleştirmelidir...
Yazar olarak görevimiz, “yürek devrimi”ni gerçekleştirecek “sevgi insanı” yetiştirmektir.
Çünkü “sevgi”, dünyanın her anlamda kurtuluşunun temelidir.
“Sevmek”, insanı insanın zulmünden, çevreyi insanın kirletmesinden kurtarmanın en kestirme yoludur...
Sevgiyi çoğaltabildiğimiz ve hayata hakim kılabildiğimiz ölçüde hayat güzelleşecektir...
Hangi inançtan gelirsek gelelim, bir birimizi kabullenmeyi başarabildiğimiz ölçüde hayat mutlulukla buluşacaktır...
Şimdilik bunu başarabilmiş değiliz...
Çünkü çocukluğumuzdan beri bize gerek ailede, gerekse okulda, “sevgi” yerine “nefret” (şu “iç düşman, dış düşman” sendromu), “barış” yerine “savaş” aşılanıyor...
Sorunları “zeka” ve “çaba” ile değil, “kurnazlık”, “riya” ve “kaba kuvvet”le çözmeyi öğreniyoruz.
“Nefret”le, “güc”ün, yan yana gelmesi demek, “savaş” demektir...
Anlayacağınız biz savaşmayı küçüklüğümüzde öğreniyoruz.
“Hayat mücadeledir” anlayışını aynen Batı’dan kopya etmek, hepimize çok pahalıya mal oldu: Hayatımız topyekün savaşa dönüştü. Altta kalanların canları çıkıyor, umurumuzda değil!
Anlatmaya çalıştığım şu ki, bireysel savaşlar kitlesel savaşları tetikliyor, ya da en azından besliyor. Bireysel savaşlarımızı (kendimizle, eşimizle, çocuklarımızla, komşularımız ve akrabalarımızla) barışa ulaştırabilirsek, kitlesel savaşlar en alt düzeye inecek, tabiatıyla da insanlar daha mutlu, daha umutlu yaşayacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi