Yürek mektupları
• Salih Ayan / Isparta;
Üniversite öğrencisiyim. Arkadaşlarımdan biri Mehmed Âkif’in, Ulu Hakan Sultan II. Abdülhamid Han’a “ödlek” dediğini söyledi, bu doğru mudur?
- Bu sorunun daha önce de sorulduğunu hatırlıyorum. Dilim döndüğü kadar cevap vermeye çalışayım...
Öncelikle de ifade edeyim ki; Sultan Abdülhamid “ödlek = korkak” sözünü hakkedecek biri değildir.
“Ödlek” olsaydı, bir Ermeni terörist tarafından bombayla hurdahaş edilen arabasının (iki dakika gecikmeyle ölümden kurtuldu) yerine bulunan arabayı bizzat kullanarak saraya dönemez, eli ayağına karışırdı.
“Korkak” olsaydı Filistin’i isteyen Yahudi lobisini kovmaktan beter edemez, kendisini tahttan indirmeye gelen heyetin içinde Emanuel Karasu isimli Yahudi’yi görmesiyle “Bu herifin aranızda ne işi var?” diye gürleyemezdi. Avrupa’dan gelen sayısız tehdidi dimdik göğüsleyemezdi. Bu her konuda isabet ettiği anlamına da elbette gelmez.
Ayrıca unutmamalıyız ki; bazı “doğru” insanların “yanlış”ları, bazı “yanlış” insanların ise “doğru”ları bulunabilir.
Kısacası, Abdülhamid Han da “hata” edebilir, Mehmed Akif de... “Hatasız”lık bir büyük “ikram-ı İlahi”dir ve peygamberlere mahsustur.
Sultan Abdülhamid’e, sizin gibi, “Ulu Hakan” diyenlerin “Sultan tamamen suçsuzdur, hatasızdır, günahsızdır, masumdur” demek istediklerini sanmıyorum.
Belki “Kızıl Sultan” diyenler de bütünüyle “hatalı” olduğunu söylemeye çalışmıyorlar. En çalkantılı dönemde 33 sene padişahlık yapmış bir insanı iki kelime ile anlatmak elbette mümkün değildir.
Bunlar yalnızca duygusal tepkilerdir. Oysa “duygu”nun “düşünce” dünyasında, hele de tarih biliminde “eder”i yoktur. Kaldı ki; bir insanı hatalardan tenzih edip “ulu”lamak, ya da bütünüyle hatalı sayıp yerin dibine batırmak, hem sosyoloji bilimi açısından, hem de insanın mahiyeti bakımından doğru değildir.
Madem üniversite öğrencisisiniz, hayata (ve tarihe) “toptancı” bakışla değil, “analitik” bakışla bakmak gerektiğini bilirsiniz. Yine bilirsiniz ki; “hayatın merkezi” olan insanın çıkarılacağı terazi son derece hassas tartmalıdır. Bu hassasiyet yalnızca Allah’ın “Mizan”ında bulunduğu için, insanı yargılamak diğer insanların yetkisine verilmemiş, Allah, bu işi doğrudan kendi tasarrufuna almıştır.
Haddimi tecavüz etmemeye çalışarak şunu söyleyebilirim: Mehmed Akif Ersoy, son derece duygusal bir şair ve fikir adamı, Sultan Abdülhamid ise siyaset ve aksiyon adamıdır...
Fikir adamı, şartlar ne olursa olsun hürriyet ister. Siyaset adamı ise “şartların gereği olarak” zaman zaman hürriyetleri kısıtlama cihetine gider. Bu ikisi, temelde aynı yolun yolcusu, aynı kıblenin insanı olsalar bile, ister istemez çatışmaya girerler. Akif de Padişah’la çatışmış, “Köse İmam” başlıklı şiirinde: “Gölgesinden bile korkup bağıran bir ödlek / Otuz üç yıl bizi korkuttu ‘şeriat’ diyerek...”
“İstibdad” isimli şiirinde ise: “Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se / Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e!” demek suretiyle, Sultan İkinci Abdülhamid’i hakaretâmiz bir üslupla yargılamış ve bence çok acele bir hüküm vermiştir.
Yanlış hatırlamıyorsam Âkif, “İstibdad” isimli şiirini 1909 başında, “Köse İmam” başlıklı şiirini ise 1910 Mart’ında yazdı. O tarihler zor tarihlerdir. Vatan parçalanıyor, vaktiyle Kur’an’ın gürül gürül okunduğu Balkanlar'a çan sesleri yeniden hâkim oluyordu... Bu durumda Şair’in duygusal yüreği çatladı: “Sesi hatta kısıldı Kur’an’ın / Sustu, güya sadası Mevla’nın! / Arnavutluk’ta gürleyen toplar / Geliyor işte payitahta kadar.”
Akif’in Sultan Abdülhamid’e yönelik sözleri bir öfke sağanağıdır. Belki de, aynı zamanda, vatanın bölünmesinden, parçalanmasından, imparatorluğun çözülüp çökmesinden sorumlu tuttuğu kişiden (öyle olup olmaması ayrı konu) intikam alma dürtüsüdür.
Kolay değil: Başına koskoca bir imparatorluk çöküyor! Aydınlarla birlikte Akif de şaşkındır. Ya birbirlerini suçluyorlar, ya da 3'ü 5'i bir araya gelip sarayı suçluyorlar. Ne olayları analiz edecek vakitleri vardır, ne de dünyayı izleyip Osmanlı Devleti’ni ona göre yeniden yapılandırmayı teklif edecek birikimleri... En iyi bildikleri şey öfkelenmek, bağırıp çağırmak ve suçlamaktır! Onu yapıyorlar.
Ne olursa olsun, insanları, yanlışları ve doğrularıyla birlikte değerlendirmek esastır. Bu ölçekte değerlendirilmeleri halinde, her ikisi de (Mehmed Akif ve Sultan Abdülhamid) vicdanlarda “beraat” kararı alırlar.
NOT: Dünkü yazımda "Mithat Paşa, Yıldız Mahkemesi’nde Sultan Reşad’ı katletme..." şeklinde başlayan cümlede adı geçen padişah Sultan Reşad değil, Sultan Abdülaziz olacaktır. Dalgınlığım için hepinizden özür dilerim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.