Kuruluşunun 7009. yıldönümünde devlet fikri ve Osmanlı Devleti
Müneccimbaşı Ahmed Dede Efendi, Osmanlı Devleti’ni kuranları şöyle anlatıyor: “Bil ki, bu devleti kuranlar, tarihin en haşmetli ve en büyük hükümdarlarıdır. çok hayır yaparlar, çok ihsanda bulunurlar. Dâimâ adâletle hükmetmişler, kılıçlarının hakkı, mızraklarının meyvesi olarak bu devleti kurmuşlar ve büyütmüşlerdir.”
Fransız tarihçi Fernand Grenard ise Osmanlı Devleti’nin kuruluş safhasını, “İnsanlık tarihinin en hayrete değer ve en büyük olaylarından biri” olarak selamlıyor.
Bu oluşun temellerini atan isim ise, hiç kuşkusuz, kurucu olarak andığımız Osman Gazi’nin babası Ertuğrul Gazi’dir... (Ertuğrul Gazi’nin babası Gündüz Alp, Gündüz Alp’in babası ise Kaya Alp’tir. Bunlar Kayı Han aşiretinin beyleridir).
Kendisi Osmanlı padişahları arasında sayılmamakla birlikte, Ertuğrul Gazi, Kayı Han Aşireti’nin Anadolu’ya yerleşmesi ve kökleşmesinde çok önemli bir rol üstlenmiştir... Daha da önemlisi, devlet fikrinin babasıdır...
Ertuğrul Gazi’nin kesin doğum tarihi bilinmiyor. Ama 1191’de dünyaya geldiği genellikle kabul ediliyor. Annesi, gencecik evlâdını bayrağa sarılı tabutundan alıp toprağa verdikten sonra “Vatan sağolsun” diyebilen Anadolu anneliğinin ilk örneklerinden Hayme Ana’dır.
Hayme Ana devlet evinin direğidir. Kardeşleriyle ihtilâfa düştüğünde Ertuğrul oğlunu desteklemiş, büyük ihtimalle yüreğini geri dönüşlere değil, Peygamber müjdesine kilitlemesini ve bir Peygamber vediası olan Bizans’ı fethetme gayesiyle Batı’ya yürümesini o öğütlemiştir.
Vefat yıldönümünde müstakil bir yazıda bu konuyu ele almak vaadiyle, şimdilik şu kadarını söylemeliyim ki, Hayme Ana, tıpkı Yunus Emre gibi Anadolu’nun paylaşamadığı bir “değer”dir ve yine Yunus gibi Anadolu’nun bazı yerlerinde (mesela Ankara’nın Haymana’sında) mezarı vardır. Aynı zamanda, Osmanlı tarihinde, kendisine türbe yapılan ilk “kadın önder”dir.
Kayı Han Aşireti, Oğuzların Günhan Kolu’ndan gelir. Malazgirt Meydan Savaşı’nın kazanılmasından (1071) sonra yerleşmek için akın akın Anadolu’ya gelen Türk boyları arasında, Kayı Boyu da vardı. Kayılar önce Horasan taraflarına konmuş; Moğol istilâsının başlaması üzerine Harzemlilerle birlikte Moğollara karşı savaşmış; Harzem Şahı Celâleddin Mengübirtî, kahpece arkadan vurulup şehit edildikten sonra (1221) ise Merv ve Mahan yoluyla Van Gölü’nün kıyısındaki Ahlat’a yerleşmiştir.
Kayı Boyu’nun Horasan’dan 50.000 kişi ile hareket ettiği bazı tarihlerde kayıtlıdır. Ancak Ahlat’a ne kadarının sağ ve salim varabildiği bilinmemektedir. çünkü Kayılar, yol boyunca hem Moğollarla, hem düşman kabilelerle savaşmak zorunda kalmışlardır. Bu arada kayıplar vermiş oldukları muhakkaktır.
Kayılar Ahlat’ta dokuz yıl kadar oturdular. Moğolların her şeyi yakıp yıkarak buralara kadar gelmeleri sonucu, tekrar göçe başladılar. öce Erzurum’a, oradan Erzincan’a, nihayet Amasya’ya geldiler. Bu sırada Ertuğrul Gazi’nin babası Gündüz Alp, Ankara yakınındaki Kızılcasaray civarında bulunan Kırka Köyü’nde vefat etti (türbesi aynı köydedir). Bunun üzerine Ertuğrul Gazi, aşiret beyliğine getirildi.
Ertuğrul, Hayme Ana’sı ve Gündüz Alp babası tarafından yüreğinde yakılan “fetih” meşalesi sayesinde, rotasını belirlemede hiç zorlanmadı: “Bizans’ı fethetmek” üzere yola çıkacaktı. çünkü Bizans, Peygamber müjdesiydi.
Bu düşünce beynini ve yüreğini kor gibi tutuşturunca, “Deryayı (İstanbul Boğazı’nı kastettiği çok açık) geçeceğiz ve devlet olacağız!..” deyiverdi. Fakat ağabeyleri Sungur Tekin ve Gündoğdu Bey’in ufkunda devlet yoktu. Onlar eski topraklarına dönmek, “Ekip biçmek, geçinip gitmek” istiyorlardı.
“Deniz suyu tuzludur, ne hayvan, ne insan içebilir, ne de ekin sulanabilir” gerekçesiyle bu fikre karşı çıktılar. Nihayet aşiretin büyük kısmını alarak eski topraklara (Orta Asya) döndüler.
Ancak akıbetlerinden hiçbir tarih bahsetmiyor. Muhtemelen Moğol çapaçulları tarafından basılıp öldürüldüler.
Ama “devlet” fikrinin babasını, oğullarını, oğullarının oğullarını ve arkadaşlarını, tüm tarihler “Osmanlı Devleti’nin kurucuları” olarak selamlıyorlar.
Ertuğrul Bey, anası, küçük kardeşi (Dündar) ve kendisine güvenen yakınlarıyla birlikte Batı’ya yürüdü. Meşru hedefine yürüyen Müslümanın önündeki engelleri Allah bir bir kaldırır ve hedefine ulaştırırdı. Ertuğrul Gazi’nin önündeki engeller de kalktı. Bazı olumlu gelişmeler neticesinde Söğüt ve Domaniç’e ulaştı. Artık o Selçuklu Sultanlığı’nın bir “uçbeyi” idi.
Oğlu Osman Gazi’yi sık sık Şeyh Edebali tekkesine götürüyor, tekke sohbetleriyle yüreğini mayalamaya çalışıyordu. ölümüne yakın günlerde Osman Bey’i karşısına aldı ve dedi ki:
“Oğulcuğum! Şeyh Edebali bizim boyun (obanın-aşiretin) ışığı ve yüreğidir. Terazisi ince tartar, dirhem şaşmaz. Bu yüzden beni kır, Şeyh’i kırma; bana karşı gel, ona karşı gelme...
Bana karşı gelirsen üzülürüm, ama ona karşı gelirsen gözlerim sana bir daha bakmaz olur, baksa da görmez olur...
Sözüm Edebali’yi korumak için değil, seni korumak içindir...
“Oğulcuğum! Bu dediklerimi vasiyetim say, ona göre uy.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.