“Kürdistan'a hoş geldiniz”
İstanbul-Erbil. Atlasjet. Dünyanın en nazik uçuş ekibi. Mütemadiyen “Bir arzunuz var mı”. Arzumuz, Türkiye ve “Kuzey Irak”ın kaynaşıp bütünleşmesi.
Kuzey Irak'ı şahane bir Kürt fıkrasına istinaden tırnak içine aldım. Erbil'de, Dohuk'ta, Selahaddin'de “Kürdistan” ismi hanımlar arasında çok yaygın. Bu ismi taşıyan bir kız Türkiye'ye gidiyormuş. Sınırda Kürdistan Bölge Yönetimi polisi ismini sorunca göğsünü gere gere “Kürdistan” demiş. Sıra Habur sınır kapısındaki kontrole gelmiş. Türk polisi de ismini sormuş. Kız biraz düşünmüş ve… “Kuzey Irak” demiş!
Abant Platformu ve Selahaddin Üniversitesi'nin düzenlediği “Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak” konulu konferans için geldiğim Erbil'de Hawler Plaza Oteli'ne yerleşirken saat 04:00 civarındaydı. Dışarıdan Kur'an sesi geldi. Pencereyi açtım. Ses cami hoparlörlerinden geliyormuş. Kur'an'dan sonra dua, niyaz, salavat. Sonra yine Kur'an. Bu böyle bir saat kadar devam etti. Nihayet ezan okundu. Çok yorgun olduğum için namazı otel odasında kılmaya niyetliydim, ama bu topraklara 'giriş' için en uygun yerin cami olduğu fikri beni canlandırdı. Çıktım, 100-150 metre yürüdüm, bir cami buldum, cemaate karıştım. Cemaat kalabalıktı. Kalabalık ve poşulu. Sünnetler kılındıktan sonra müezzin Kur'an okudu ve “Ya Rabbena ecirna minennar” (Ey Rabbimiz, bizi ateşten koru) diye dua etti. Tekrar tekrar, tekrar tekrar. Biz de müezzine katıldık. Adeta trans halinde, bir ağızdan, “ecirna minennar, ecirna minennar, ecirna minennar...” Amin velhamdu lillahi rabbi'l alemin. Cemaatle namazdan ve tesbihattan sonra yine cemaatle dua. Duadan sonra yine bir ağızdan -belki yüz kere- kelime-i tevhid…
Poşulu kardeşlerimle musafaha edip camiden ayrılırken içimden bir ses –sansürüz- “Kürdistan'a hoş geldin” dedi. Bunu özellikle belirtiyorum, çünkü “Kürdistan” denince akıllara her şeyden evvel din kardeşliğinin gelmesini istiyorum. Gerisi teferruattır.
Teferruata gelecek yazılarda değineceğim inşaallah.