Adalet Ve Saygınlık
Son günlerde sıkça konuştuğumuz “Ergenekon” davasında kimi insanların “üstün görevlerde bulunması” ve “saygınlık” diyerek yargıdan kaçırılmaya çalışılması, vicdanları yaralayarak adalet duygusunu kanatmakta, milleti derinden üzmekte ve incitmektedir.
Hukuk önünde “sıradan” ve “saygın” gibi iki insan ve iki tutumdan bahsetmek, “hukuk önünde eşitlik” ve “hukukun üstünlüğü” ilkelerini katletmektedir.
Ülkemizi ilkel bir kabile devleti görünümüne götüren bu davranışı her memleketini seven aklı başında adam gibi ben de kınıyor ve derin bir endişe ile izliyorum.
Hukukun üstünlüğü ve insanların kanun önünde eşitliği ilkesinin en büyük alameti veya gereği, şüphesiz ki insanın hukuk önünde herkesle eşit bir şekilde yargılanma hakkı ile dava açma ve adalet arama hakkının olmasıdır.
Yani insanların mahkemede ve hakim önünde eşit muameleye tabi tutulması, herkesle aynı hükümlere muhatap kılınması demektir.
Aynı hadisede bir kimseye bir hüküm, bir başkasına da diğer bir farklı hüküm uygulaması, eşitsizliktir. Tabi böyle bir davranış aynı zamanda "adaletsiz" sayıldığından, insanlar bu konularda daha çok "eşitlik" yerine "adalet"ten bahsetmektedirler. Çünkü eşitsiz adalet, adalet değildir.
Hz. Peygamberimizin önderliğindeki “Saadet Çağının” belki de en büyük özelliği, hukukun herkese eşit bir şekilde adaletle uygulanışıdır.
Orada hiç kimsenin imtiyazı yoktu. Toplumda en zayıf, en aşağı mertebede olanla, en üstte olan arasında, bu konuda farklı bir uygulama yoktu, endişe de yoktu. Zaten bu adalet, bütün peygamberlere Allah'ın emridir. Aksi asla düşünülemez.( Şura, 15)
İslam, adalet duygusunu yerle bir ederek yok eden ırkçılık, aşiretçilik ve asabiyet duygularını yok etmiştir. Hiçbir ırkın, sınıfın, coğrafyanın, rengin, dilin üstünlüğü yoktur. Üstünlük takva iledir. O dahi hukuk önünde imtiyaz sağlamaz.
Peygamberimiz, adaletsiz uygulamaların geçmişteki milletleri nasıl helak ettiğini sık sık vurguladı. O’nun anlattığına göre Onlar, zayıf ve fakirler suç işlerse, kanunu uygular, ama zenginler, soylular, güçlüler aynı suçu işlerlerse bırakırlarmış. Bu adaletsizliğin sonu elbette ki helaktır, yok olmaktır.
Sevgili Peygamberimiz, hırsızlık yapan bir kadına şefaat etmek isteyerek ilgili kanunun uygulanmamasını isteyen bir sahabiye ve O’nu yönlendirenlere çok sert çıkmıştır: "Kızım Fatıma bile hırsızlık yapsa, hiç tereddütsüz, onun da elini keserim".( Buhari, Enbiya 54; Müslim, Hudud 2 ; Tirmizi, Hudud (1454))
Böylesine titizlikle uygulanan adalet, sonuçta insanlık tarihine şu harika örneği yaşatmıştır:
Ömer Kirazlı merhum Hz Ebu Bekir Sıddik’i (ra) anlatan bir kitaba yazdığı takdimde şu bilgileri verir:
“Öyle ki, devrinde, siyasi hayatında bir sene vardır; insanlardan bir şikayet vaki olmamıştır. Hakimler boş, hapishaneler açık kalmıştır… Cihan tarihinde bu sene tekdir. Ve bunun yegane amili Hazreti Ebu Bekir Sıddik’tir.” (Bkz. Ramazanoğlu Mahmud Sami, Hazreti Ebu Bekir Sıddik, Erkam y. İst. 1981, s. 8.)
21. asırda yaşıyorken hala ülkemizde, tarihin karanlıklarında kalması gereken bir ilkel anlayışı görmek ne kadar acıdır. Ülkesini seven herkes bu tutumu yüksek sesle kınamalıdır.
Kimi insanlar başkalarını suçlarken ne kadar ilkel, yobaz, tutucu, gerici ve çağdışı olduklarını açıkça göstermişlerdir.
Bu “Ergenekon” davası turnosol kağıdı gibi kişi ve kurumların gerçek yüzlerini ve kalitelerini ortaya koymakla tam bir sınav olmaktadır.