Hayatı keşfetmek
E-5 Karayolu’nun Cennet Mahallesi-Havaalanı arasındaki bölümüne gül fidanları dikildiğinde çok sevinmiştim... (Metrobüs yolu yapılırken hepsi kaldırıldı maalesef).
Büyüyüp açmalarını sabırla bekledim.
Nihayet bir gün sabrım ödüllendirildi: Dikilen güllerin açtığını, kimisinin kıpkırmızı, kimisinin bembeyaz, kimisinin pespembe gülümsediğini gördüm...
İşte o an, Allah’ın, görmesini bilen kullarını ödüllendirmek için gülleri yarattığına inandım...
Dünyayı bir vazo, içindeki rengarenk çiçeklerin, güllerin dünya vazosu içinde size sunulduğunu düşünürseniz, o günkü memnuniyetimin kaynağına inmiş olursunuz.
Uzaktan sevmek yetmedi.
Bazen böyle olur insan, uzaktan seyretmek, sevmek yetmez, dokunmak ister; ben de öyle istedim.
Arabamı kenara çektiğim gibi, iki yolun ortasındaki renk cümbüşünün içine daldım...
Dikenlerin batmasına, hattâ acıtmasına, “Gülü seven dikenine katlanır” kuralınca aldırmadan, içlerine daldım...
Dokundum, okşadım, sevdim, hattâ binlerce sevdalı yüreği öper gibi öptüm onları...
Görüntüleri gibi, kokuları da farklıydı.
Görüntülerini de, kokularını da fark ettiğimi söyledim onlara...
Kendilerini fark etmemenin, onlar yokmuş gibi yaşamanın hem onlara, hem de onları Yaradan’a haksızlık olduğunu fısıldadım.
“Sizi gördüğümü, idrak ettiğimi ve sizi Yaradan’a şükrettiğimi bilin” diye fısıldadım.
Geri döndüğümde arabamın başında bir polis vardı...
Beni izliyormuş...
Güllerin içinde ne aradığımı sordu.
“Yüreğimi” diye cevap verdim, “meğer güllerin içine düşürmüşüm.”
Bu kez ruhsatımla ehliyetimi istedi. Ehliyetime bir göz attıktan sonra da gülümsedi:
“Yakışır abime” deyip evrakları iade etti.
Bülbüle de çok yakışmıştı, güle sevdalanmak...
Yazık ki, dikenleri batar diye yaklaşmayı göze alamadığı için, uzaktan sevmeyi yeğledi.
Ne güzelliklerini keşfedebildi bu yüzden, ne kokularını hissedebildi...
Rivayete göre, bülbülün yanık yanık ötmesi, pişmanlığındanmış.
•
Tam bir doğa tutkunuyum... (Karadenizli olmak biraz öyle olmayı gerektiriyor)
Tabiattaki tüm doğallığı doyumsuz bir aşkla severim...
Elbette tümüne sarılamam (çünkü zararlı-zehirli olanlar da var), lâkin, madem ki yoktan var edilmişler, en azından hepsinin var olma haklarına saygı duyarım.
Çünkü hayat onlarla doğaldır, onlarla içtendir, onlarla renklidir, onlarla daha güzel, daha anlamlıdır...
Onlarsız bir hayat düşünemiyorum, zaten onlar olmadan hayat da olmaz.
Çevre Günü de geçmişken, bunları aklıma sokan şey, “Toprağa ayak basmak hayal gibi geliyor bu şehrin kaldırımlarında yürürken” diye başlayan bir elektronik mektup.
“Çimlere el sürülmüyor bu şehirde, uzanılmıyor...
“Ama kirletmek serbest, yok etmek serbest...
“Âşina olduğumuz pek çok şeyi umursamıyoruz artık...
“Deniz işte orada, ya da çam ağaçları, ya da yeşillikler... Çiçekler ve binlerce canlı, içinde yaşayan...
“Biz dört duvar arasında çalışırken de devam ediyor hayat: Elle tutamasak da, ciğerlerimize o havayı teneffüs edemesek de...
“Kendimize bir gün hiç olmazsa ayrıcalık tanısak, ruhlarımızı vursak dağlara, çayır çimenlere yasaksız bassak!
“Tutsak, dokunsak...
“Ciğerlerimizde duysak o çamlardan yayılan ıtırlı kokuyu...
“Yaşam avucumuzun içinde ve nerede nasıl geçireceğimizin tercihi de bizim elimizde!
“İşte size ruhunuzu, bedeninizi özgür hissettirebilecek bir fırsat...
“Bizimle ya fark edersiniz ve yaşarsınız, ya da fark etmeyi bekler, yaşamaya çalışırsınız!
“Tercih sizin...
“İmza: Doğa Tutkunları”...
Selam doğa tutkunları!..
İyi ki varsınız...
İyi ki varız...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.