Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

İhtiyar baronlar cephesinde yeni bir şey yok

İhtiyar baronlar cephesinde yeni bir şey yok

Sayın Rauf Denktaş’ın yandaş bir kanalın canlı yayınladığı basın toplantısını ibret ve dehşetle takip ettim. Bir savunma refleksi içindeydi. Üstünde yoğun bir telaş vardı.
Mahkeme safahatı devam ederken, birkaç salıverilmeyi esas alarak tüm “Ergenekon olayı”nı “hayali”, Ergenekoncuları da “masum” ilân etti. Onlardan, “Vatansever, Atatürkçü, cumhuriyetçi insanlar” diye bahsetti.
“Ne bu acele” dedim içimden, “arkanızdan kovalayan mı var?”
Var mı, bilmiyorum, Sayın Denktaş herhalde biliyordur!
Bir taraftan da, “vatansever”, “Atatürkçü” ve “cumhuriyetçi” olmanın, kişiye suç işleme imtiyazı sağlayıp sağlamadığını düşünmekten kendimi alamadım.
Bir ara, “Bana da bulaştırmak istiyorlar” filan dedi. Genelde akıcı konuştuğunu bildiğimiz Sayın Denktaş’ın konuşmasında bu kez insicam da yoktu. Fena halde dağıtmıştı. “Suçluluk psikolojisi” diyeceğim geldi, ama doğrusu dilim varmadı.
O telaşlı basın toplantısını izlerken, ilk kez kafama takıldı: “Ergenekon’un bir numarası Kıbrıs’ta olabilir mi?”

Geçenlerde Türkiye’yi kurtaracaklarına inanan bir grup insanın paneline katıldım.
Yaş ortalaması yetmişin üzerindeydi. Takdir ettiğim tek nokta da bu oldu: Bu yaşta bile bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı.
Yandaş medya tarafından günler öncesinden duyurmalarına rağmen, panellerine çok az sayıda katılınması bizim yaşlı kurtları kızdırmıştı.
Konuşmacıların hemen hemen hepsi halkın duyarsızlığını eleştirdi. Halbuki halk duyarsız değildi. Benim konferanslarıma gösterdikleri ilgi buna şahitti. Yağmur, kar demeden geliyor, salonlar hınca hınç doluyordu.
Öyleyse halkın aradığıyla ihtiyar kurtların verdikleri örtüşmüyordu. Şimdiye kadar yapıldığı gibi belli şeyleri övecekler, belli şeylere söveceklerdi. Halk bunları ezberlemişti. Bu tür konuşmalardan çoktan beridir hoşlanmıyordu. Dolayısıyla da katılmıyordu.
Ben de bir umutla gitmiştim. Bakalım yenileşme var mıydı= Halkı keşfetmeye başlamışlar mıydı?
Maalesef hayır! hâlâ “Halka rağmen” bir şeyler yapılması gerektiğini savunuyor, halkı hor görüyor, halkın seçtiklerini aşağılıyorlardı.
Vaktimi boşuna ısraf etmişim, “Baronlar cephesi”nde yeni bir şey yok!
“Körler ile sağırlar, bir birlerini ağırlar” dersem, tüm konuşulanları izah etmiş olurum.
Bu tür toplantılar zaten böyle oluyor: Laiklik övülüyor, dindarlar dövülüyor, “irtica” sövülüyor (sözün gelişi), iktidar yerden yere vuruluyor…
Laikliğin temel ilke olduğu, onsuz yaşanamayacağı vurgulanıyor, laikliğe uzanan ellerin kırılmasından, dillerin koparılmasından dem vuruluyor...
Anlıyorsunuz ki, bazıları “aydın” görüntüsünü yasaklara borçlu!
Adam (konuşmacı) biliyor ki, Atatürk ve ilkeleri hakkında söylediklerinin aksini hiç kimse açık açık iddia edemeyecek ve aksini savunamayacaktır. Savunmaya kalktığı takdirde yasalara/yasaklara çarpılacaktır…
Bu durumda samimî kanaati ne olursa olsun kişi ya susacak, ya da “kanunlar çerçevesinde” konuşacaktır. Susmak “sükut ikrardan gelir” kaidesince tasdik, kanunlar çerçevesinde konuşmak ise tasviptir.
Aslına bakarsanız kalıplaşmış zihniyeti zamana tıkayan da budur: Kanunlarla korunan söylemlerinde derinleştirme ihtiyacı hissetmiyorlar.
Bir fikrin derinine inme ihtiyacı, alternatif fikirlerin serbestçe ortaya konabilmesine bağlıdır. Şayet fikriniz kanunların himayesinde ise, hiç kimse aksini iddia edemiyorsa, aksini iddiaya cesaret edenler kanunlara çarpılıyorsa, bu vasatta kimse söylediklerinizin delilini isteyemez. Daha niye zahmet edip derinleşmeye, sözlerinize mesned ve belge bulmaya çalışacaksınız?
Nitekim bizim ihtiyarların da böyle bir tasaları yoktu. Kaybetmek üzere olduklarını gördüler, çırpınmaya başladılar, ama artık ellerinden bir şey gelmez.
Çaresizlik içinde saldırganlaşıyorlar. Fikrini, dünya görüşünü ilmî ve tarihî esaslara oturtamamak insanı ümitsizliğe düşürür. Ümitsizliğe düşen insan hem hırçınlaşır, hem de saldırganlaşır. Artık gelsin tehditler:
“Uzanan elleri kıracağız!”
“Uzanan dilleri koparacağız!”
Elsiz, dilsiz bir toplum: İyi mi bari?
Resmî ideoloji menfaat kapısı: Bu yüzden samimi Kemalistlerle Kemalizmi çıkarlarına âlet eden sahte Atatürkçüleri ayıklamak çok zor.
Buna karşılık “sahte dindar”ları gerçeğinden ayırmak daha kolay: Çünkü dinin ibadet boyutu var. Sahtekârlar, beş vakit namaz kılmaya kolay kolay katlanamazlar.
Ama şu bir gerçek: Türkiye ne çekiyorsa sahtekârlardan çekiyor.

“Laikliğe uzanan eller kırılıp, diller koparılacak”mış...
Vaktiyle ne diller koparıldı, ne kollar kırıldı, ne kelleler alındı! Ama halkın kıblesi değiştirelemedi… Bazıları işte tam da buna kinli! İntikam sendromuyla hareket ediyorlar.
Boş çırpınışlar bunlar.
NOT: Değerli dostlarım, bugün saat 19.30’da, Akyazı (Sakarya) Halk Eğitim Merkezi’nde “Osmanlı’nın Filistin’i” konulu bir konferans vereceğim. Beklerim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi