İsrailoğulları, gerçekten günah keçisi mi?
İsrail, fıtratımızdaki inkârcı tabiattır. İnsana bahşedilmiş aklın, zekânın, hüner ve fenlerin kötüye kullanılmasıdır. İsrailoğulları kıssasında kendi hikâyelerimizi okuyamıyorsak, bir şeyleri eksik bırakıyor, ihmal ediyoruz gibime geliyor.
İsrailoğulları'nın başından geçenler ve özellikle Hazreti Musa'nın bu kavmi Mısır'dan çıkarması ile ilgili kıssalar Kur'an'da müteaddid defalar ve hayli ayrıntılı şekilde zikredilmiştir. Başka hiçbir kavim ve inanç, Kur'an'da bu yoğunluk ve önemde yer bulmuyor. İsrailoğulları'na Kur'an'da özel bir önem ve yer verildiği açıktır.
Niçin?
Bu sorunun cevabına geçmeden önce İsrailoğulları'nın din ile etnik sıfatı iç içe geçmiş bir kimliğin sahibi olduğunu hatırlamalıyız. "Hristiyanlar, Müslümanlar, Budistler" derken, belirli bir etnisiteye atıfta bulunamayız; buna mukabil Musevilik, neredeyse tamamına yakın oranda Yahudi milletini ihata ediyor ve bu kimlik, yuvarlak hesapla 3500 seneden beri varlığını, kültürel ve tarihî köklerini devam ettirdiği gibi XX. Yüzyılda İngiltere ve ABD'nin siyasi desteğiyle binlerce yıl sonra ilk defa devlet hâline geldi.
Şimdi yine o soruya dönüyoruz: Kur'an, niçin İsrailoğulları'na özel bir önem ve yer vermektedir? İsrailoğulları acaba özel bir kavim midir? Kur'an'da Hazreti Musa'ya bağlı olarak bazen tekrâren anlatılan bu kıssalar gerçekte neye işaret ediyor?
*
Musevilik, "peygamberî" ve tek tanrılı din ailesinin ilk sırasında yer alıyor. İsrailoğulları'na gönderilen ilk peygamber Hazreti İbrahim ve ondan sonra gelen Hazreti İshak ve Yakub aleyhisselâmdır. Hazreti İbrahim'in evvelâ ailesinin ve İsrail kavmi'nin şahsında bütün insanlığa getirdiği ilâhî haber, Vahdet inancı idi. Kur'an'ın ifâdesine göre Hazreti İbrahim, Allah nazarında mümtaz, yani seçilmiş bir kul idi. Rabbi, İbrahim Peygambere, "Ben seni insanlara önder yapacağım" dediğinde İbrahim, "Soyumdan da (önderler yap, ya Rabbi!)" demişti. Bunun üzerine Rabbi, "Benim ahdim zalimleri kapsamaz" demişti." Bakara Sûresi'nin 124. âyetinde geçen bu ibâre, Benî İsrail kavminin seçkinlik iddiasını açıkça yalanlıyor.
*
Tâ Hz. İbrahim'den başlayarak Hz. Musa'ya kadar İsrailoğulları'na gönderilen peygamberlerin, kavimleri tarafından çoğunlukla tekzîb edilmesi ve önlerine gelen her fırsatta putperest inançlarına dönmekte âdeta azimle inat göstermeleri çok dikkat çekicidir. Bu peygamberlerin kıssalarında gördüğümüz ortak husus İsrailoğulları'nın peygamberlerini ve getirdiği haberleri kabullenmekte şüphenin her nev'ini harekete geçirmeleri, onları isbata veya mu'cizeye davet etmeleri, kendilerine indirilen mu'cizelere rağmen sapkınlık ve kibirde inat etmeleri olmuştur. Hazreti Musa'nın kıssalarında ise âdeta bütün Benî İsrail tarihi ve davranışları yoğunlaştırılmış hâliyle bir kere daha tekrar ediyor.
Hazreti Yusuf, Mısır'da güzel ahlâk ve doğruluğu ile temâyüz ederek önemli hükûmet mevkiine gelmesinden sonra, muhtelif İsrail boylarını temsil eden 11 kardeşini Mısır'a getirmişti. Bilahire şartların değişmesiyle İsrail kavminin sürgün hayatı başlayınca, Hazreti Yusuf'un kardeşlerinden Levi'nin soyundan gelen Hz. Musa, onları Mısır esaretinden kurtararak Kenan diyarına götürmesini ihtivâ eden bu kıssalar, şahsî kanaatime göre çok kategorik özellikler sergilemektedir. Öyle ki, bu derece etraflı ve tekraren pekiştirilerek anlatılan bu kıssaların sadece Benî İsrail kavmini değil, bu kavim gibi düşünen ve davranan bütün grupları (kavimleri, milletleri, toplulukları) kapsaması gerektiğini düşünüyorum.
Benî İsrail kıssaları, bana göre insanlık tarihinin hülâsası gibidir; o kıssalarda anlatılan hadiseler sadece o tarihte bir kere cereyan edip sona ermiş şeyler değildir; bil'akis, insanın fıtratında mevcut hasletler sebebiyle bu hadiseler, ondan önce olduğu gibi, ondan sonra da tekrarlanan ve tekrarı muhtemel temel davranış gruplarıdır.
Örnek verelim.
Kavmi, "Ey Musa, Biz Allah'ı açıktan açığa görmedikçe sana asla inanmayız" diye itirazda bulunmuşlardı (2/ 55). Bu âyet bize, ilkokul çocuklarına elindeki kalemi göstererek, "kalem var, peki Allah nerede; gösterebilir misiniz?" diye en süflî tarzda materyalizm propagandası yapan bazı eğitici taslaklarını hatırlatmaz mı?
Hazreti Musa kavmine, "Allah size bir sığır kesmenizi emrediyor" dediğinde kavmi, "Sen bizimle eğleniyor musun?" (2/ 67) cevabını vermişlerdi. Her Kurban bayramı arifesinde biz, buna benzer lâkırdıları ne çok duymuşuzdur...
Kezâ, Tûr Dağı'ndan ilâhi emirlerle inince kavmini, kendi elleriyle yaptıkları bir altın buzağıya tapınırken gören Hazreti Musa onlara kızıp azarlayınca İsrailoğulları'nın verdiği, "Seni işittik ve isyan ediyoruz" (2/ 93) cevabı, geçip gitmiş, yaşanıp bitmiş bir tavır mıdır; yoksa içimizden bazıları hâlâ, "evet, inanıyoruz ama dinde bir reform yapmak şart azizim" derken, bu âyetin zamanüstü mânâsını doğrulamakta mıdırlar?
Hazreti Musa'ya, kavmini imana getirmek için Allah tarafından bahşedilen mu'cizeler, son derece büyük çaplı ve kitleleri etkileyecek derecede tesirli hadiseler olmasına rağmen İsrailoğullarını iknâya kâfi gelmemişti; deniz yarılıp da İsrailoğulları sâlimen karşı kıyıya geçtiklerinde bile yolda putlara tapınan bir kavme rastlayıp Musa'ya, "Sen de bize ait bir ilâh yapsana" ( (4/ 138) demekten çekinmemiş, akabinde çölde aç kalınca gökten ilâhi kudretle inen "helvâ ve selvâ"yı bir süre sonra biteviye bulup, "Ey Musa, biz bir çeşit yemeğe katlanmayız; bizim için Rabbine yalvar da o bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin" demişlerdi (2/ 61). Bugün bize pek kaba-saba birer nankörlük örneği gibi görünen bu yalanlamalar ve inançsızlık örnekleri acaba gerçekten "tarihî bir hadise", yani geçmiş zaman içinde olup bitmiş ve bir daha tekrarı mümkün olmayan tekil (unique) hadiseler midir; yoksa hâlâ tekrar edilen ve yine de olması muhtemel şeyler midir?
Kur'an ahkâmının bütün zamanlara hitab eden kapsayıcılığını düşündüğümüzde hemen her insanın, her kavmin veya topluluğun, İsrailoğulları'nın ayıplanan nankör davranışını tekrarlayabileceği ve Tevhid inancını tekzib edebileceğini hatırlamamız gerekir ve bence Benî İsrail kıssalarına Kur'an'da bu derece hacimli miktarda yer verilmesinin sebebi bu olsa gerektir.
*
İsrail, fıtratımızdaki inkârcı tabiattır. İnsana bahşedilmiş aklın, zekânın, hüner ve fenlerin kötüye kullanılmasıdır. Pekâlâ Vahdet inancını kavrayabilecek derin sezgilerle donatılmış iken, küçük menfaatler, korku ve endişeler ama daha ziyade inançsızlık sebebiyle hakikati inkâr kolaycılığının ve bâtıla dönüvermenin öteki adıdır.
İsrailoğulları kıssasında kendi hikâyelerimizi okuyamıyorsak, bir şeyleri eksik bırakıyor, ihmal ediyoruz gibime geliyor. Bu bakış açısı üzerinde teemmül edilince görülür ki dünya tarihi veya insanın hikâyesi dediğimiz sürecin temel paradoksu ne milletler, ne sınıf mücadelesi, ne de bir başka şeydir; tarihin dinamiğini kişinin, kurumların, toplumların veya kavimlerin hakikat karşısındaki duruşu teşkil eder. İsrailoğulları'nın kıssaları, bize -pek azı hariç-, insanın hakikat karşısında nasıl yılan gibi eğilip büküldüğünü, dik durmamak için nasıl kıvrandığını gösteriyor.
*
Müfessirlerin bahçesine destursuz girdim ise affımı dilerim; neticede bu da bir nokta-i nazardan ibarettir.o