Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Gamsız aydın

Gamsız aydın

CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu dinlerken, üslubunu ve yöntemini bir yerlerden hatırladığımı düşündüm… Kendisini yıllardır izliyormuşum duygusuna kapıldım.
Sonra birden fark ettim ki; solcu-Atatürkçü aydının o alışageldiğimiz görüntüsünü sergiliyor: Neler yapacağını, partisinin iktidarında neler yapıldığını söylemek yerine, yapılanlara kulp bulmaya çalışıyor.
Bu, hizmet üretemeyen, aslında millete hizmet gibi bir derdi de bulunmayan kesimin ezeli hastalığıdır: Sadece yapılanları eleştirirler, karşı çıkarlar, protesto ederler, evrak sallarlar.
Kafalarının bir yerlerinde iflah olmaz bir “millet korkusu” var…
Siyasal, sosyal ve ideolojik tüm uzantılarıyla birlikte milletten korkuyorlar! Korunma ihtiyacıyla da devlete sığınıyorlar. Ve devletin himayesi altında milletle âdeta savaşıyorlar! “Ergenekon” yapılanmaları filan hep bunun ürünüdür.
Çünkü bu kesim, hedefine milletle birlikte ulaşmaktan umudunu çoktan kesmiş bulunuyor. Bu yüzden ütopyasını “millete rağmen” gerçekleştirmenin yollarını arıyor. Bu uğurda “demokrasi”ye filan boş verip darbe çığırtkanlığına dahi soyunuyor: Meşhur “Cumhuriyet yürüyüşleri”nde “Ordu göreve” pankartları taşınması boşuna değil.
“Solcu-Atatürkçü” aydın aynı zamanda da halktan hiç hoşlanmıyor. Halk tarafından kandırıldığını düşünüyor. Çünkü halk, Atatürk devrimlerini simgeleyen CHP’ye sırtını dönmek suretiyle “6 ok istikameti”nden sapmış. Bununla da yetinmemiş, “Cumhuriyet düşmanları”nı defalarca iktidara taşımış.
Bu yüzden halkı suçlu sayıyor! Temelde “aydın” kimliğine aykırı düşen darbe çığırtkanlığı ve asker şakşakçılığı, bir nevi “suçlu”yu “cezalandırma” arayışıdır! Aydının “intikam” dürtüsünü tatmin ediyor. Onlara göre, millet aç-bîilaç kalsa bile 6 okta simgelenen devrimleri savunmalı, CHP çizgisinden çıkmamalı, ekmekle lâiklik arasındaki seçimi lâiklikten yana yapmalıdır! Bunu yapmadığı için de “Atatürk devrimleri”ni satmış sayılmaktadır.
Bu itibarla millete güvenmek caiz değildir. Hatta “düşman” sayılmalıdır! Kimi zaman “karnını kaşıyan adam” olarak tanımlanmalı, kimi zaman “bidon kafalı” şeklinde aşağılanmalıdır.
“Çobanın oyu ile aydının oyu bir olmaz” anlayışı da tüm zeminlere yayılmalı, “siyasal üstünlük sayısal üstünlüğü döver” perspektifinde demokrasi hokka altına sokulmalı, bürokrasi ve medyadaki payandaları harekete geçirerek halkın tercihine karşı duvarlar örülmelidir.
Ama bu çevrelerin bir kusuru var: Sadece lâf üretiyorlar… Sadece “protesto” etmeyi biliyorlar… Yıkıyorlar, bozuyorlar, ama “inşaa” ile, “ihya” ile asla işleri olmuyor. Bu yüzden de yerel ve genel iktidar dönemlerinde hiçbir eser vücuda getiremiyorlar.
Eser vücuda getiremedikleri için de “Ülkeye demokrasiyi biz getirdik” yalanına sığınıyor, bununla “eser” boşluğunu doldurmaya çalışıyorlar.
Diyelim ki; milletin iktidara taşıdığı siyasi kadro Keban Barajı’nı kuruyor. Derhal tavır alıyorlar. Bunun için kullandıkları argüman ise oldukça gariptir: “Fukara milletin parası, toprak ağalarının topraklarını sulamak için yapılan baraja gömülüyor!” diyorlar.
Diyelim ki; Adalet Parti iktidarı İstanbul Boğazı’nın üzerine asma köprü kuruyor. Aynı akıl almaz mantıkla yaygarayı basıyorlar: “Zapsuyu’nun üzerinde köprü yokken, para babalarının arabaları rahat geçsin diye Boğaz’a köprü kuruluyor!” (Bu akıl almaz iddia ve itirazlar malûm gazetelerin manşetinde çıkmıştı.)
Diyelim ki; sağcı iktidar bir şehre üniversite götürüyor, aynı çevrelerden benzer bir itiraz daha yükseliyor: “Bunlar gösteriştir, göz boyamadır, iktidarın oy kapma yarışıdır; çünkü Türkiye’de tüm üniversitelere yetecek kadar hoca yoktur.”
İktidar doğalgaza geçiyor: “Kömür madenlerimiz kapatılıyor, enerjide dışa bağımlı hale getiriliyoruz” diye bağırıyorlar…
Sonra iktidar kömür dağıtmaya başlıyor, bu kez plâğı tersinden çalmaya başlıyorlar: “Çevre kirlenmesine çanak tutuluyor!”
İktidar, çevre kirliliğini önlemek için nükleer santral kurmaya kalkınca da, itiraz tersyüz ediliyor: “Nükleer santral ölümdür!”
İktidarın belediyeleri fakir öğrencilere eğitim yardımı yapınca, mahkemeye verip iptal ettiriyorlar…
Valilik fakir halka beyaz eşya dağıtınca, “ama su yok” diye küçümsemeye kalkışıyorlar… (Birader, sizin partiler de hazineden çuvalla para alıyor, ama milletin hiçbir problemini hâlletmiyorlar; suyu da bir zahmet siz getirin!)
Kısacası bu zihniyet hayra gem vurup şerri besliyor.

“Demokrasi” dersiniz “lâiklik”le karşınıza çıkarlar, “millet” dersiniz “devlet” diye bağırırlar. “Unvan”ları, “makam”ları, “Ergenekon”ları, “medya”ları ve “sanatçı”ları vardır, istediklerinde harekete geçirirler.
Bunun dışında hayata hiçbir katkıları yoktur…
Devr-i iktidarlarından (950 öncesi) kalma bir eserleri yoktur.
Leyleğin ömrü nasıl lâklâkla geçerse, bizim solcu aydının ömrü de “İstemezüüükkkk!”, “Yapmazüüükkkk!”, “Yaptırmazüüükkk!” çığlıklarıyla geçiyor.
Yeniçeri ağaları gibi tıpkı: “İstemezüüükkkk!” de “İstemezüüükkk!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi