Darbenin bu yanında ve karşı yanında duran karakterler
Elinde güç varken aslan kesilir. Elinde güç olduğunu hissettiğinde ya da zırhına bürünmüşken, zırhını kimsenin delemeyeceğine emin olduğunda...
Esip gürler. "Bırakın şunun hakkından geleyim" diye horozlanır. Kabadayılık gösterilerinde bulunur.
Gücü elinden alındığında, apoletleri söküldüğünde süklüm püklüm olur. Bir anda el ayak ovuşturmaya başlar. Kime sığınacağını, kimden imdat isteyeceğini bilemez.
*
Ben, bu pis karakterin iki istisnasını gördüm siyaset ortamında. Biri, 1970'li yıllarda kalleşçe bir bombalı suikasta uğrayan Hamido (Malatyalı Hamit Fendoğlu, o günün Malatya belediye başkanı), öteki geçenlerde hayata veda eden opera sanatçısı Ayhan Aydan hanımefendi...
Her ikisi de menfur Yassıada mahkemelerinin ortalığı kasıp kavurduğu günlerde dik durmayı başarabilmiş iki cesaret abidesi... Öyle günler ki, darbecilerin hükümet ve Meclis üyelerini hapishanelere attığı, yüzlerce mahkûmun idam cezasıyla yargılandığı; savunmasız sanıklara "düşükler" diye hitap etmeni marifet sayıldığı 1960-61 yıllarının karanlık günleri...
İnsanların korkudan dilini yutayazdığı zulüm günleri... Başbakan Adnan Menderes'in bile biraz saygıdan, biraz nezaketten, biraz çekingenlikten mahkemenin zalim başkanı Salim Başol'a: "Reis beyefendi hazretleri..." diye hitap ettiği günler...
Mahkemede Hamido'nun ifadesi alınıyor. Hamido dik duruşunu asla bozmuyor. Cumhurbaşkanına ve Başbakan'a atıfta bulunmak gerektiği her seferinde: "Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın Başbakanım" diye anıyor. Cumhurbaşkanı (Celal Bayar) ile Başbakan (Adnan Menderes) diğer sanık bakanlar ve milletvekilleriyle birlikte mahkeme salonundalar. Hamido reisin uyarmasına rağmen fütur getirmiyor, dik duruşunu bozmuyor. Mahkeme başkanına hitaben ve oradaki cumhurbaşkanına ve başbakana hafif bir reveransla: "Onlar benim cumhurbaşkanım ve başbakanımdır; o zaman öyleydi, şimdi de öyle. Her zaman da öyle kalacak!" dedi. Bu tavrı sergilemek yürek işiydi. Cumhurbaşkanının ve başbakanın ikbal zamanında onlara perestiş etmek marifet değildi. Ama kendisinin de başının belada olduğu bir günde bu tavrı gösterebilmek mangal kadar yürek isterdi.
Diğer örnek opera sanatçısı Ayhan Aydan... Zalim darbeciler, hükümeti devirmiş, arkasından mahkemeye gerekçe arıyorlar. Aslında anayasaya muhalefetten yargılanmaları gerekirken, sonradan kendilerini ne kadar küçük düşüreceğini bilmeden mahkemenin yönünü kişisel ilişkilere indirgemekte beis görmüyorlar. Afgan kralının Celal Bayar'a hediye ettiği bir tazıyı Bayar hayvanat bahçesine hediye etmiş, "vay, sen misin bunu yapan!". Bayar, adına köpek davası denilen bu olaydan yargılanıyor. Menderes'in ise bir kadın romancı ile ilişkisinden; bir de Ayhan Aydan'dan olduğu söylenen bir çocuk aldırma olayından bahsediliyor... Bu olayı söz konusu etmek suretiyle Menderes'i küçük düşürmek istiyorlar. İşte, tam da yıldızın parlayacağı ya da kayıp gideceği, unufak olacağı kritik an... Ayhan Aydan fütur getirmiyor. "Ben bu adama âşık oldum" diyor ve devam ediyor: "Ben bu adama âşık oldum ve ondan bir çocuğum olmasını istedim. Halen de ondan bir çocuğumun olmasını isterdim. Bebeğim bir talihsizlik eseri kendiliğinden düştü. Beyefendinin bu olayda bir dahli yoktur!" Oysa savcı, bebeğin Menderes'in nüfuzunu kullanarak tıbbî yöntemle bebeğin düşürülmesinde rol oynadığını iddia ediyordu. O tarihte çocuk aldırmak suç sayılıyordu. Aydan'ın bu sözleri savcının tüm beklentilerini bir anda boşa çıkardı. Öyle bir zulüm gününde, irili ufaklı bütün kalemlerin, Menderes aleyhinde kalem oynatmayı marifet bellediği bir günde Ayhan Aydan'ın tavrı yürek istiyordu; az buz değil, mangal kadar bir yürek...
*
İmdi, bu örneklere bakarak bir takım asker eskilerinin "o ses bana ait değildi, siz buna inanıyor musunuz çocuklar" kabilinden bin dereden su getirmeye çalışan mıy mıy serzenişlerle kendilerini inkâra kalkışmalarının nasıl bir karaktere zarf oluşturduğunu görünce, onlara acımak ve onlar adına utanç duymamak elden gelmiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.