Bozgun ya da bozukdüzen
Ben bu mekânı tanıyorum. Orada hiç bulunmadım. Yolum oradan hiç geçmedi. O ağlayış, bombardıman altında şaşkın koşuşturma, sığınacak yerini bilememe, bulamama... Bütün bunlar yabancım değil benim. Hele bu kaçışmanın içinde bir kadın silueti o bozuk düzenin içinde yer almışsa, ben durmadan oradayımdır. Orada hiç bulunmasam da...
Kentte binaların çatıları yıkılmıştır. Yıkılmayanlar da harap biçimde yamuk dörtgenler halinde küskün duruşlarıyla beklemeyi sürdürüyor. Neyi? Bu bekleyişi kimse, asla bilemeyecektir. Pencerelerin camları kırılmış, evler şairin dediği gibi tam da gözüne mil çekilmiş körler gibi yönünü yitirmiş anlamsızlığa dikilip kalmıştır.
İnsan bir çiçek caddesinden geçmekte olduğunu birden düşünmek ister.
Belki kırk yıl öncesinde olup bitmiştir bu el ele yürüyüş. Acaba şuradan bir gül alınsa mıdır? Sonra birden ormanın ufuklarında kaybolan tren yolu... Tren yolunun yitip gittiği sisli ufkun arkasında az sonra dumanlarını savurarak ortaya çıkacak olan tren beklenir.
Trenden çıkacak olan sevgili ona nice pişmanlıklar yaşatacak olan odur. O... Sevgili...
Yıllar geçmiştir. Fakat o, hâlâ kırk yıl öncesinin dinginliği, direnci, kırılmazlığı ve canlılığı içinde ona bakıyor. Bakar. Yolcuyu bekleyen de bir yerlere bakıyor. Kendi içine... İçinin en derin yerine... O derinlikte bir depresyon, çöküntüsü görünüyor. Ellerini şakaklarında kavuşturmuş olan kadın sanki kırk yıl önce de böyleydi ve kırk yıldır konumunu değiştirmemişti.
Tren yolunu, çatıların bombardıman edilmiş harabesini, çöküntüyü yaşayan genç kadının baktığı yeri görmeyen dalgınlığı...
Bütün bunlar geçmişte kalmıştır.
Şimdiye bakmaya cesaretimiz varsa onu da deneyebiliriz. Şimdi, sanki bir hüznün derin batağı içinde duruyor. O batakta nergisler açar. Sümbüllerin mora dönmüş kızıl mavisi o batağın içinde serpilir.
Nergis, sümbül ve güllerden derilmiş bir demet, tam da onun yüzünün kokusunu salar dünyamıza. Bu kokuya hanımelilerinin, reyhanların kokusunu da eklersek, geriye bayılmamak için hiçbir şey bırakmamış oluruz.
O, yıkılmış çatıların, kırık dökük kent kalıntısının, yüzümüzde hâsıl olmuş olukların arasından tüm güzelliğiyle çıkar. Parmaklarını dudağına götürür ve onları açarak yüzümüze üfler. Her zaman alınamaz bu selam, eşref saatler doğacak, o gece düşünde onu görmüş olacaksın, bir park kanepesinde muhabbete dalmış olacaksın, yarım kalmış kelimelerin her biri en az iki romana denk gelecek bir iletiyi ulaştıracaktır yeryüzüne... Böylesi bir emeğin ödülü olarak sunulacaktır o nefesin içinde yatan sıcak selam...
Gene karşılaşmak mukadderdir. Karşılaşırlar. Sözsüz, kelimesiz, konuşmasız, sorusuz, sorgusuz...
- Nerelerdeydin?
Bağrından ağır, ağdalı bir Nil akar.
Bilir bu sorunun bir cevabı olmadığını ya da bir tek cevabı...
Oysa sorduğu sorunun muhatabı bizzat kendisidir. Defalarca olduğu gibi, bir daha kahreder kendine. Neredeydim, diye sorarak. Kendini suçlayarak. Aşağılayarak. Bir selamdan yoksun bırakılmanın anlamını düşünmeye çalışarak...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.