Tarihimizin Büyük Olumsuzlukları
AŞAĞIDA sıralayacağım, Osmanlı devletiyle ilgili facialar ve olumsuzluklar yaşanmamış olsaydı bugün dünya bambaşka bir dünya olacaktı:
1. Aksak Timur'un Osmanlı'yı yenmesi, Sultan Yıldırım Bayezid'i esir alması, devleti yıkması. Keşke Yıldırım Bayezid Timur'un nâmesine hakaretli bir cevap yazmamış olsaydı, şöyle hakîmâne bir üslup kullansaydı: "Siz yaşça benim pederim sayılırsınız. Resul-i Kibriya Efendimiz 'Büyüklerimize hürmet etmeyen, küçüklerimize şefkat ve merhamet beslemeyen bizden değildir' buyurmuşlardır. Biz size hürmet ederiz. Sizden de şefkat ve merhamet bekleriz..." Timur'la Bayezid savaşmasaydı, Fetret Devri olmasaydı, Osmanlılar büyük bir ihtimalle İstanbul'u elli sene önce fethedeceklerdi.
2. Yıldırım Bayezid İstanbul'u almış olsaydı; Fatih Sultan Mehmed de, Rim Papa'nın başkenti, Hıristiyanlığın kalpgâhı Roma'yı fethedecekti. O tarihte bir sürü rakip devlete, prensliğe, siteye bölünmüş olan İtalya'nın fethi zor olmazdı.
3. Fatih'in Gebze'de Yahudiden dönme Yâkup Paşa tarafından zehirlenerek öldürülmesi Osmanlı Devleti'nin belini kıran olumsuzluklardandır. Bilindiği gibi Yakup Paşa'nın asıl ismi Maestro Iacobo'dur. Padişahı Venedik hükümetinin gizli talimatıyla zehirleyip öldürmüştür. Asırlarca karanlıkta kalan bu hıyanet yarım asır kadar önce açığa çıkmıştır. Fatih, belki de, gecikmiş olsa bile Roma'yı fethe gidiyordu.
4. Cem Sultan fitnesi. İkinci Bayezid Fatih'in büyük oğluydu. Babasının vefatından sonra tahta oturdu. Bi'l-İrs ve'l-istihkak hükümdar oldu. Şehzâde Cem bunu kabul etmedi, Ordu topladı, ağabeyi ile savaştı; hattâ ülke ikiye ayrılsın yarısı benim, yarısı senin olsun dedi. SultanBayezid bu teklifi kabul etmedi, "Sana tahsisat vereyim. Git Kudüs'te yaşa" cevabını verdi. O tarihte Kudüs Osmanlı hakimiyetinde değildi. Mısır Memlûk devletinin sınırları içindeydi. Cem bunu kabul etmedi. Yenildi. Canını kurtarmak için Rodos Şövalyeleri'ne sığındı. Haçlı şövalyeler onu, entrikaları ve ahlâksızlığı ile ünlü Papa 6'ncı Aleksandr Borjiya'ya sattılar. Uzun yıllar süren fitneler fesatlar Osmanlı'nın belini kırdı.
5. 2'nci Bayezid zamanında doğu Anadolu'da Şiîlik propagandası yoğunlaştı, Yavuz Sultan Selim devrinde Osmanlı Devleti'ni tehdit eder hale geldi. Yavuz Sultan Selim, bilmecbûriye ve bizzarûre İran'la savaşmak zorunda kaldı. Osmanlı-İran savaşları iki asırdan fazla sürdü; Müslüman şehirler harab oldu, oluk oluk kardeş kanı aktı. İran'ı şiî yapan Şah İsmail'dir. Kaderin ne garip cilvesidir ki, İran Şahı Türkçe dîvan, Osmanlı Padişahı Farsça dîvan yazmıştır. Keşke asırlarca süren bu sünnîlik-şiîlik, Osmanlı-İran savaşları olmayaydı da Osmanlılar bütün güçleriyle Batı'ya, Haçlı Avrupa'ya yönelmiş olsalardı.
6. Bundan önce anlattığım olumsuzluklar dolayısıyla Kanunî SultanSüleyman, Viyana'yı kuşattı ama alamadı. Viyana fethedilmiş olsaydı Osmanlı'nın önünde büyük ufuklar açılmış olacaktı.
7. Yıl 1683, Osmanlı'nın en geniş ve kudretli zamanı. Vezîr-i âzam Viyana'yı fethetmeye karar verdi. Evliyâullah'ın büyüklerinden Atpazarî Osman Efendi hazretleri uyardı, nasihat etti, dinletemedi. Sonunda şehrin düşmesine ramak kalmışken Kırım Hanı'nın, verilen emri yerine getirmemesi, Haçlıların imdadına gelen Polonya Kralı Jan Sobieski'nin ordusunun köprüden geçmesini engellememesi dolayısıyla Osmanlı bozguna uğradı, İslâm Ümmeti korkunç bir felakete uğradı. 1683'ten 1699'a kadar, 16 yıl boyunca Haçlı'ların amansız hücumlarına maruz kaldı. İkinci Viyana seferi bozgunu gerçekten hem İslâm, hem Osmanlı için büyük bir yıkım olmuştur.
8. Tanzimat Hareketi manevî bir yıkım oluşturdu. Prens Metternich Osmanlı Devleti'ni, zararlı ve yıkıcı yeniliklerden uzak durmak, Şeriat'a bağlı kalmak, geleneksel çizgide yürümek konusunda uyardıysa da, onu dinleyen çıkmadı. Japonlar 19'uncu asrın 2'nci yarısında batı dünyasının tekniğini almak, moderniteyi yakalamak için çok daha akıllıca hareket ettiler ve başarılı oldular. Aradan elli sene geçmeden 1904'te Çarlık Rusyası'nı yendiler.
9. Sultan Abdülaziz'in Serasker Hüseyin Avni Paşa, Midhat Paşa ve mütercim Rüşdü Paşa çetesi tarafından tahttan indirilip, birkaç gün sonra Fer'iyye sarayında şehid edilmesi fâciası da devletimizin felaketine sebeb olan hâdiselerdendir. Sultan Abdülaziz devrilmemiş olsaydı, büyük bir ihtimalle 93 savaşında bozguna uğramayacaktık, Moskof orduları Yeşilköy'e kadar ilerlemeyecekti.
10.Sultan Abdülhamid'in Jön Türk ve İttihadçı terör örgütleri tarafından tahttan indirilmesi felâketler zincirinin büyük halkalarındandır. Sultan Abdülhamid son gerçek halifedir. Hâtemü'l-Hulefadır. Onun iktidardan uzaklaşmasıyla iktidar Farmason, Dönme, Siyonist Derin Devletin eline geçmiştir ve Devlet-i ebed-müddet 10 sene içinde çökmüştür.Sultan Abdülhamid, vefat tarihi olan 1918'e kadar iktidarda kalmış olsaydı Osmanlı Devleti bir takım kayıplara uğramış olsa bile bu kadar kötü şekilde yıkılmayacak ve en kötü şekilde tasfiye edilmeyecekti.
11. 1923'te kabul edilen Lozan'ın gizli protokolleri felâket zincirinin son halkası olmuştur.Bu protokoller uyarınca Büyük MilletMeclisi tarafından seçilmiş olan son halife Abdülmecid bin Abdülaziz Han yurttan sürülmüştür, Hilâfet Büyük Millet Meclisi'nin manevî şahsiyetinde kalmak üzere realitede ilga edilmiştir. Aradan 85 yıl geçti, İslâm Dünyası hâlâ başsız...
Fıkıh Düşmanlığı Fitnesi
TÜRKİYE'de din ilimlerini ayakta tutan medreseler (medâris-i İslâmiyye) kapatıldığı zaman, İslâm'a ve İmana büyük hizmetler etmiş olan veli bir zat şöyle söylemiş: "Camiler kapatılmış, medreseler açık bırakılmış olsaydı, daha sonra medreselerin sâyesinde camiler tekrar açılırdı. Lakin medreselerin kapatılması büyük bir felaket oldu, ilme büyük darbe vuruldu."
Medreseler öncelikle fıkıh denilen ve bir bahr-ı bî-payan olan ilmi öğretiyor ve temsil ediyordu. Medreselerin kapatılmasından sonra fıkıh sarsıldı ve nihayet şu 2009 yılında Müslümanlar arasında bid'atler, sapıklıklar, bozukluklar yaygın hale geldi.
İmam-Hatip mektepleri ve İlahiyat fakülteleri İslâm medreselerinin yerini tutamaz. Nitekim tutamamaktadır.
Bir İslâm ülkesinde yeterli sayıda ve yeterli vasıfta icazetli fakih yetiştirilmezse oradaki dinî hayatta kaos ve anarşi olur, cahiller müctehid ve müftü kesilir, her kafadan aykırı bir ses çıkar ve Ümmet'in birliği bozulur.
İslâm dinini yıkamayan dinsizler, dini bozma ve tahrip etme faaliyetlerini gece gündüz sürdürüyor. Onlar fıkıhsız, Şeriatsız ılımlı, evcil, light, diyalogçu bir İslâm istiyor. Bunun ilhamını da ABD'den, İsrail'den, Haçlı merkezlerinden alıyorlar.
Dinsizler bir karar alsalar ve İstanbul'daki Süleymaniye Camii'ni yıkmak isteseler, Müslümanlar ne yapar? Bütün güçleriyle bu yıkımı protesto eder, engellemeye çalışır, feryat ve figan kopartır. Fıkhın, Şeriat ahkâmının yıkılması, Süleymaniye'nin yıkılmasından daha büyük bir fitne değil midir? Öyledir ama maalesef Müslümanlar bu konuda yeteri kadar tepki göstermiyor.
Türkiye'deki İslâm'ı değiştirmek, Sünnîliğin yerine bid'at fırkaları getirmek isteyenler fıkıh mezhepleri aleyhinde ağza alınamayacak iftira ve hakaretler savuruyor, ağızlarından kin akıyor.
Onlara göre fıkıh mezhepleri, birliği parçalıyormuş, Müslümanları bölüyormuş, mezhepler putmuş.
Bu propagandaların büyük kısmını Sünnîlik düşmanları yapıyor. Gayeleri şu: Ehl-i Sünnet ve Cemaat yıkılacak, yerine onların bozuk fırkaları hâkim olacak...
Medreseler açık olsaydı, icazetli ve gerçek sarıklı ulema yetişseydi, onlar halk yığınlarını, okur-yazarları uyarır, aydınlatır, bilgilendirirdi. Ne yazık ki, artık ülkemizde nâdir istisnâlar dışında gerçek ulema, gerçek fukaha kalmamıştır.
İyi niyetli, temiz, doğru ve dürüst, firâsetli, şuurlu Müslüman kardeşlerime sesleniyorum:
Ehl-i Sünneti koruyunuz.
Ehl-i Sünnete sarılınız.
Fıkıh mezheplerine sahip çıkınız.
Fıkıhsızlık ve mezhepsizlik en büyük fitnedir.
Bizi Peygamber Efendimize ulaştıran bağ olan geleneksel İslâm'a sahip çıkınız.
Fıkıh elden giderse din büyük sarsıntı geçirir.
Her Müslüman asgarî ve zarurî fıkıh bilgilerini Büyük İslâm İlmihali ve Nimet-i İslâm gibi Ehl-i Sünnet kitaplarından öğrenmelidir.