Hadi canım!
“Padişahlar içki içer miydi, içmez miydi?” tartışması, gerektiğinden fazla dallanıp budaklanmaya ve doğrusunu isterseniz benim açımdan fazla sıkıcı olmaya başladı...
Bu kabil iddialara radyodan (Moral FM’de hafta içi her gün yaptığım “Hayatın Yorumu” isimli programdan), televizyondan (Tv. Net’de Çarşamba günleri saat 20.10’da yayınlanan “tarihçe”den) ve Vakit Gazetesi’ndeki köşemden defalarca cevap verdim.
Sanki kulaklar gerçeklere tıkanmış! Sadece belgesiz bilgileri tekrarlayıp duranların söyledikleri duyuluyor.
Bu konuda her gün bir sürü mail ve telefon alıyorum...
“Aman bunlara cevap verin” diyorlar.
Verdim...
Televizyon, radyo, gazete, dergi gibi etkili yayın organları vasıtasıyla cevap verdim. Ama hâlâ “temcit pilavı” kıvamında önüme getiriliyor.
Düzelttiğinize inandığınız vahim bir yanlışın sürekli olarak önünüze getirilmesi hem fevkalâde yorucu, hem de sinir bozucu! İddialar tekrarlanacağına, bir köşe yazısını yüzlerce sitede çoğaltıp “Bakın padişahlarımıza ne iftiralar atılıyor” anlamında yüzlerce kişiye göndereceğimize ve böylece kafalarını karıştıracağımıza, doğru kaynaklara yönelip gerçeğe ulaşmaya çalışsak olmaz mı?
İzlenen bu yöntem sadece o iftiraları yaygınlaştırmaya çalışanların ekmeğine yağ sürüyor...
“Ambargo” amaçlı bile olsa, farkına varılmadan bir sürü Yahudi üretiminin reklamının yapılması gibi...
“Liyakat”, “feraset” ve “basiret” sahibi insan (hele de Müslüman) mumla aranıyor!
Gelelim padişah ve içki konusuna...
1. Bu iddia, Osmanlı’nın dini idrakini, farza-sünnete bağlılığını, ahlâki yapısını, sosyal duruşunu, yaşama gayesini algılayamayan yabancı tarihçilere aittir... Büyük Osmanlı vak’anüvisleri ve tarihçileri bu iddiaya pek itibar etmemişlerdir.
2. Osmanlı Devleti bir “arşiv devleti”dir. Saraya giren bir baş soğanın dahi bir yerlerde kaydı-kuydu vardır. Binaenaleyh, bu iddiayı ortaya atanlar, bu kayıtları (yabancı ziyaretçilerin sarayda misafir bulunduğu dönemler hariç) göstermek zorundadırlar.
3. Bazı padişahlar, hayatlarının bir döneminde “şahsi kusur” kabilinden bazı günahlar işleseler bile “tövbe” ihtimalini dikkate almak ve “kusurları örtünüz” hükmünce, çoktan ölmüş insanları suçlamamak gerekir. “Tövbe müessesesi” herkes gibi padişahlar için de gerekli ve geçerlidir.
4. Bu konuda “kaynak” olarak gösterilen beş yaşına dahi girmemiş bir çocukla, Osmanzâde Taib Ahmed Efendi’nin “Telhisü Mehasini’l-adab” isimli kitabıdır ki, ciddi tarihçilerin “vesika=belge” saydığı kitaplar arasında böyle bir kitabın adı geçmemektedir.
5. Kaldı ki, Taib Ahmet Efendi, o hükme kendi araştırmaları sonucunda varmamış, Arap ilahiyatçı Cahiz’in (776-868) “Minhacü’s-süluk” isimli eseri ile Mustafa Ali Efendi’nin (1541-1600) “Mehasinü’l-âdab” isimli eserlerinden alıntılamıştır.
6. Zaten Taib Ahmet Efendi (1660-1724) tarihçi değil, devrin padişahı Sultan III. Ahmed tarafından “Reis-i Şâiran” (Şairler Reisi) unvanı verilen bir şairdir. Az biraz da kadılık yapmıştır.
“Şuara tezkireleri”ndeki (şair biyografileri) kayıtlara göre, “Huysuz, iğneleyici şakalar yapmayı seven, hiç bir ilmi kıstas kullanmadan sevdiğini göklere çıkarıp, sevmediğini yerin dibine batıran, övme ile sövme arasında türlü değişiklikler gösteren mizaçta biri” imiş.
Şiddetli hücumlarına hedef olanlar arasında şâir Nâbi, Sekbanbaşı Nemçe Hasan, Sivaslı Kadı, Müderris Ahmed, şair Sâkıb ve daha pek çok tanınmış isim var...
Kayıtlara göre, “Dilini tutmadığı, önüne geleni hicvettiği ve huysuz bir kimse olduğu için çok düşman kazanmış, birkaç defa müderrislikten atılmış, rütbesi düşürülmüş, nihayet zehirlenerek öldürülmüştür.”
Bazı padişahları içki düşkünü gösteren köşe yazarları, iddialarını işte böyle birinin çalakalem yazdıklarına dayandırıyorlar.
Çünkü onlar için önemli olan “gerçeğe ulaşmak” değil, ideolojik saplantılarına uygun malzemelerle kafaları karıştırmak, gençliği Osmanlı asırlarından soğutmak, tarihin örnek insanlarını kirletip yetişme çağını süren çocuklarımızı örneksizliğe mahkûm etmektir.
Elbette padişahların da hataları ve günahları olmuştur. Ve her fani gibi onlar da kendilerinden sorumludurlar ve şu an Allah’a hesap vermektedirler.
Bize düşen, kusurla bulmak, ya da kusurlarını yaymak değil, bütün mü’minlerle birlikte, hata etmiş bazı padişahların da bağışlanmasını dilemektir.
Onlarca yıldır korkunç iftira ve saldırılara maruz kalan insanlara, işlemedikleri günahları yamamak insanca bir yaklaşım olmasa gerektir.
Padişahları suçlama kapısı bir kez açıldı mı, zaten yol gözleyen çevrelere gün doğar. “Kenarına bak, bezini al” türünden tekerlemelerle iftirayı “itiraf” kalıbına sokup, “İşte halife-padişahların içki içtiğini dindarlar da kabul ediyor” diye, içkiye fetva çıkarırlar. Şimdiden, bir şeyhülislâmımızın meyhaneyi methettiğini bile söylüyorlar. Çünkü tasavvuf terminolojisinden hiç haberleri yok.
Bilirsiniz: Madde gözü mânâya kapalıdır!
Kafalarınızı hiç karıştırmayın, böylesi iddiaları asla ciddiye almayın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.