Umut mermerin içine gömülü
Umutsuzluk yontulmamış bir mermer kütlesi... Umutsa o mermer kütlesinde içkin.. orada bekliyor. François-Auguste Rodin'in benzetmesini ödünç alarak söylersek heykel nasıl bu mermer kütlesinin içinde bekliyorsa, umut da öyle... Heykeltıraş kütlenin içindeki heykeli yavaş yavaş çekiçleyerek biçimlendirir, mermerden dışarıya çıkartır.
Bir karın yağışında, gündelik hayatını sıkıntısız biçimde geçiren birisi için umuda ya da umutsuzluğa dönüştürülebilecek bir ipucu ele geçirmek mümkün değildir. Kurak giden mevsimler boyunca, bir sabah gözümüzü penceremizden görünen bembeyaz bir kar manzarasını kastetmiyorum. Hayır, bu değil benim demem. Bunda bile umuttan çok mutluluğu çağrıştıran bir görüngü bulabiliriz. Mevsimler boyu, belki yıllarca sürmüş bir kuraklıktan sonra yağan bir kar manzarasını seyretmek insanın içini ferahlatır. Hem nesnel olarak, hem geleceğe dönük bir mutluluk ışığını insanın yüreğinin ortasında ışıtarak...
Bense, bu kar manzarasından önce sizi şöyle bir tablonun karşısına getirmek istiyorum: terk etmek zorunda kaldığınız küçücük kasabanız artık ulaşılamayacak kadar arkalarda, gerilerde, mazinin derinliklerinde bırakılmıştır. Gerçi trenden yeni indiniz. Daha memleketteyken size verilen adresi birtakım arabacıların yardımıyla, el yordamıyla buldunuz. Bomboş odalar. Hava zehir gibi soğuk. Memleketten getirilen birkaç parça çul kimin üstünü örtmeye yeter ki! Buna rağmen kardeşler arasında olağanüstü bir dayanışma. Anne ise evin orta direği... Bütün kardeşler onun üstüne titriyor. Anneyse bu genç, çalak delikanlıların üstünde hem anne, hem baba otoritesinin simgesi halinde kartal kanatlarını çocuklarının üstüne germiş olarak duruyor. Etrafa buyruklar yağdırıyor. Herkesi koşuşturuyor. Fakat delikanlılar oraya buraya koşuştursa da, işsizliğin yaman çarkı zamanı ve delikanlıları değirmen taşının törpüsü altına çekip öğütüyor. Mesleği olan tek kişi ortanca oğul, boksör... (öyle ya, bir spor dalında maharet gösterebilmek çağımızda meslek sayılır olmuştur). Fakat sanatını nerde icra edecek?
Hal böyleyken, işte kente gelişlerinin ikinci gününde pencereden baktıklarında gördükleri şey: kar. Umutsuzluğun, yoz tıkanıklığın içinde gece yağmış olan ve hâlâ yağmaya devam eden kar, delikanlıların bütün cıvatalarını sıkıştırmaya yetiyor. Anne, mutluluk çığlıklarıyla oğullarını uyandırmaya, onları bir an önce evden dışarı uğratmaya çalışıyor. Çünkü kar yağmıştır ve kar, hiç olmazsa o gün için iş demektir. Umut, birden hepsinin genç yüreğinde birden yekiniyor (anlatmaya çalıştığım bu tablo Rocco Kardeşler filminin ilk on dakikasına tekabül eder).
Umut, mutluluğun davetçisidir.
Umutsuzluğun hüküm sürdüğü dönemeçte minicik aksilikler bile insanın karşısına azim gaileler olarak çıkarken, umudun uç verdiği dönemeçte azim gaileler bile üstüne basılıp geçilecek basit takıntılar olarak görülür.
Umutsuzluk halinde solumak bile angaryadır. Soluklanan birinin çıkardığı oflamaları, puflamaları ne sanıyorsunuz siz?
Umutsuz insanın yanından geçen belediye otobüsleri, otobüse binmek için itişip kakışan kalabalık, birinin başka birinin yanından geçerken ceketinin savrulması, simitçinin çığlığı, geceden kalmış bir neon lambasının vitrinde unutulmuş hali, her şey, göze takılan, kulağa ulaşan her görüntü, her ses, ne kadar iticidir, ne kadar asap bozucudur!
Oysa umuda yelken açmış bir sabah alacasında sivrisinek vızıltısı bile taciz edici olmaktan çıkar. İnsan o vızıltıya bile mersiyeler düzebilir: yeter ki, umudun, içinde yaşadığımız hayatın kendinde olduğunun bilincinde olalım. Onu oradan bizim yüreğimizin çekiciyle yonup çıkartmanın bizim maharetimize bağlı olduğunu bilelim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.