İnsan biraz 'terakkî' etmez mi?
Yakın dostlarım gayet iyi bilirler; ne zaman ki önemli bulduğum bir şeyi, bir bilgiyi, kâğıdı, nesneyi ve dergiyi "ilerde lazım olur" düşüncesiyle saklamaya kalkışsam, saklanan şeyin hapı yuttuğunun resmidir.
Teğmen rütbesine ramak kala ordudan ayrılmak zorunda kalmış (terhis sebebiyle) bir eski topçu zâbiti olarak, memleketin bütün topçularının bildiği bir nükteye atıfta bulunmaktan nefsimi men edemiyorum: Baba Topçular, nâm-ı diğer "Kaşalotlar" der ki, "Bir topçu atışına mâruz kalmış iseniz saklanacağınız en emniyetli yer hedef bölgesidir!" Demek oluyor ki, kötü bir arşivciyim; bu yüzden ne yapsam, ne kadar azm ü sebât etsem de bu demden sonra iyi bir "araştırmacı yazar" olmama imkân yok.
Lâfı nereye getireceğim: Şu meşhur ve mâlum 367 krizinin icad edildiği günden beri küçük bir dosya açtım; kendimce önemli bulduğum, okuyunca veya dinleyince "vay canına!" çekmekten kendimi alamadığım haberleri, ses ve video kayıtlarını orada saklıyorum. Bir, üç, beş derken kocaman klasör olmuş, farkında değilim, unutup gitmişim. Nasıl olduysa koca dosya aile fotoğraflarının arasına karışmış.
Ne diyordum? Geçenlerde emekli Orgeneral Karadayı'ya ait olduğu ileri sürülen yeni ses kaydının haberini gördüm gazetelerden birinde, "aman şunu kaydedip saklayım; ilerde lâzım olur" diye tam niyetlenmiştim; o esnada kapı mı çalındı, dışarda bir kedi mi miyavladı nedir, dikkatim dağıldı, unutup gittim. Dün baktım, "a, yine o ses". Bir internet sitesi, eksik olmasın ses klibini metne çevirmiş. Okudum... bir daha okudum... "arşivim"deki eski kayıtlara yeniden baktım; "Üslûp hâlâ o üslûp mu, bu kayıtlar fabrikasyon işi olabilir mi?" diye en zehir hafiye edâlarımı takınıp kendimce metin analizlerine giriştim. Neticeyi arzediyorum...
Erich Maria Remarque'ın "Garp Cephesinde Yeni bir Şey Yok" başlıklı bir romanı vardır; onu hatırlatıyor. Yeni bir şey yok! Hep o bildiğimiz, hatta zihnimizde ezber tadı bırakan lâflar; "Halk cahil... Yani efendim demokrasi, insan hakları, özgürlük bunların hepsi bahane. Fevkalade tehlikeli.. Şey cumhurbaşkanını şey seçmesi... bir de Türk şeyin halkın seçmesi, kadar tehlikeli bir şey yok çünkü Türkiye Fransa, İsviçre değil halk cahil... 25-30 sene askerin himayesinde gitmesi lazım demokrasinin, Türkiye'nin... Tabii bunlar gene böyle şeyler yaparlarsa asker bugün dur der... benim istediğim, Cumhuriyet Halk Partisi'nin başkanlığında bir koalisyon... Akşam aradım dedim ya Hikmet bey bu ne anlama geliyor. Hakikaten doğru mu dedim efendim çok zorlanıyorum diyor valla... N.S. Milli Eğitimi a'dan z'ye değiştirecek. İlk iş şeyi halletmek lazım Milli Eğitimi hemen düzeltmek lazım, milli eğitimi a'dan z'ye kadar düzeltmek lazım. İnşallah bu N.S. kazanır da... bizim Encümen-i Danişte, onu da sonradan aldık biz kazanır da Milli Eğitim Bakanı olur, üniversitede rektör yardımcısı..."
Anladık, sohbet esnasında sarfedilmiş kaidesiz cümleler bunlar, özne, yüklem feleğini şaşırmış, insan sohbet esnasında kurallı cümle kuracağım diye kendini eziyete sokmaz; biz de zaten gramer nokta-i nazarından tahlil yapmıyoruz burada. Muhtevâya bakıyoruz; muhtevâ sıfır! Eminim ki Abdülaziz'i yaka-paça devirmeden önce Mütercim Rüştü, Hüseyin Avni ve Midhat Paşalar da üç aşağı beş yukarı aynı hissiyât ile "tanîn" idiler (gençler, sözlük başına!) Osmanlı Hükümeti'nin Sadâret binasını basıp, Harbiye Nazırını vurmadan önce Enver ve Talât Beyler, Yakup Cemillerle aynı frekansta değerlendirme yapmışlardır mutlaka. Kezâ 27 Mayıs cuntacıları, 9 Martçı Madanoğulları, 12 Martçı Baturlar, Gürlerler...
Topu topu bir tane plakları var; evrile çevrile çalınmaktan iğne aşınmış, plâk yorulmuş ama "şarkı değiştir" deyince akıllarına başka bir şey gelmiyor; nedir, "Halk câhil, Milli Eğitimi düzeltmek lâzım." Tamam, halk cahil fakat bu cuntacı paşalar niçin hiç "terakki" etmez yahu? Hangi terakki demeyin; İttihat ve Terakki'nin "terakkî"si!