31 Mart’ın 2. asrına girerken
Muhterem okurlarımız; milli zaferlerimiz ve milli felâketlerimiz, yıldönümlerinde mutlaka yâd edilmelidir. Bundan bıkıp da tevakki etmek asla doğru değildir. Çünkü akarsular mecralarında nasıl cevelân ediyorsa, gelip geçmekte olan neslimiz, eslafdan seleflerimize, yâni geçmişten istikbâle doğru akıp gitmektedir. Nitekim, Milli Gazete’den hayranı olduğum Ali Himmet Berki merhumun torunu Kâmil Eşfak Berki kardeşim, bu düşüncemi adeta bana Pazartesi günkü yazısındaki şu cümleyle adetâ yaz dostum diyor gibi geliyor. Cümlesini aynen alıyorum: “..Olaylar anlatılmadı mı zamanın, kronolojik teselsülün dışında kalınmış olur.” Son derece doğru bir tespittir sevgili Berki'nin bu ikazı ve de yazma cesareti aşılaması...
İlk baskısı 1990'lı yıllarda Pınar Yayınları’nca yapılan, Serbesti Gazetesi’nin sahibi Mevlânzâde Rıfat Bey'in “Türkiye İnkılabının İç Yüzü” adlı çalışmasını Osmanlıca’dan sadeleştirip, yazarla uyuşmadığımız yerleri de itirazlarımızla okurun dikkatine sunmuştuk. Söz konusu kitabın 80 ve 81. sahifesinden mealen şu alıntıyı yapalım: “..Siyon cemiyeti, para kuvvetiyle 19 Eylül 1901’de Sultan Hamid’in huzuruna çıkan Emanuel Karaso’nun toprak isteme teklifinin padişah tarafından ret olunması üzerine, Hicaz topraklarında çıkarılacak karışıklıklara, Balkanlar’da husule getirelecek isyanları temin edip, kuvvet bakımından ikiye bölünme, böylece de kuvvetin zaafından dolayı Balkanlar’da meydana gelecek isyanlar ve ihtilâller çıkartma yolunu tuttular. O esnada, Avusturya devletinin hâriciye nâzırlığı görevini uhdesinde taşıyan Yahudi Baron Serentan ile anlaşarak, Makedonya’da büyük bir ihtilâl zuhuruna girişmişlerdi. Baron Serentan, Üsküb’e dâvet ettiği Makedonya komitesi reislerinden Sandanski ile aşağıya aldığımız protokolü imzalamıştı. Protokol Sureti:
1) Voyvoda Sandanski ve maiyetinde bulunan ihtilâl komitesi, bundan sonra ne Rusya, ne de Bulgaristan'ı tanımayacak, yalnız Avusturya'nın emriyle hareket edecektir.
2) 1902 senesinde Makedonya’da ihtilâl meydana getirilecek ve bu ihtilâlin tertip ve hazırlığı için Voyvoda Sandanski’ye 30 bin altun avans verilecektir.
3) Makedonya'da bulunan bütün Avusturya konsolos ve memurları, Makedonya ihtilâl komitesine yardım edecek, silah, cephane ve yiyecek temin ederek çete mensuplarını Osmanlıların tâkiplerinden muhafaza ve koruyacaktır.
4) Makedonya'nın gelecekteki prensi Voyvoda Sandanski'dir.
Hemen hatırlatalım ki; Resneli Niyazi Bey'in hem askerini, hem de ceylanını alıp dağa çıkmasının ardından, meşhur o zaman binbaşı, geleceğin Enver Paşası olan zat, Harekât ordusuyla İstanbul'a girdiğinde hemen yanıbaşındaki atta Bulgar Sandanski de pür silah yürümekteydiler. Mevlânzâde yukarıya aldığımız protokolün nasıl elde edildiğini de satırlara dökmüş. Diyorki: “..Sandanski davet edildiği Üsküp'e geldiğinde, fotoğrafçı Buyof adında birinin evine misafir olmuştu. Buyof, Makedonya Bulgar komitesi merkez azasındandı. Sandanski partisinden olması hasebiyle Buyof'a göstermiş idi. Buyof ise bu protokolü Bulgaristan'ın menfaatine mugayir bularak, bir suretini derhal Bulgar merkez komitesine yollamıştı. Bir suretini de hudutların muhafazasını teftişe vazifeli padişahın yaverlerinden(adı verilmemiş) Paşa'ya satmıştı. Böylece ihtilâlin meydana gelmesinden evvel gerek Sultan Abdülhamid, gerekse Bulgar Prensi Ferdinand durumdan haberdar olmamış değillerdi.”
Hakikaten durumdan haberdar olmuş bulunulması, 3. Ordunun takviye suretiyle kuvvetlendirilmesi teşebbüse başarı fırsatı bırakmamıştır. Bütün bu fitne kazanları kaynatılırken, Sultan Abdülhamid'in etrafındaki yakın çevre, birbirleriyle mücadeleye girişmişler, ta 1877 savaşından beri Sultan Hamid'in mabeyn Müşiri Çerkes Deli Fuad Paşa, büyük bir itminanla sevdiği padişahına sâdık ve açık sözlülükle hizmete devam ederken, Serhafiye Celaleddin Paşa, Reşid Paşa, İzzet (Holo) Paşa, Fehim Paşa, Ali Şâmil Paşa, Mehmed Said Paşa, Kaba Sakal Mehmed Paşa gibiler evvelâ Deli Fuad Paşa ile padişah arasını açma yolunda haylice suikasdler, tezgahlar kurdular. Fuad Paşa bunlardan Allah’ın izniyle hâlas oldu; fakat zaman içinde padişahı, Deli Müşirinden uzaklaştırmaya muvaffak oldular. Beşiktaş Muhafızı 7/8 Hasan Paşa, çok dürüst ve berrak bir insan olup, Fuad Paşa'ya bu tertiplere kanıp, padişaha uzak düşmemesi tavsiyesini her görüşünde yapardı. Fehim Paşa'nın adamlarıyla, Fuad Paşa'nın konak çalışanları Şehzadebaşı civarında silahlı çatışma sonunda Fuad Paşa’nın adamlarından biri yaralandı tabanca kurşunuyla. Bu hadise üzerine Fuad Paşa'nın Sultan Hamid'i tahttan indireceği jurnalleri padişahı bıktırdı. Paşa'yı istinaf mahkemesinden ve aynı zamanda Necip Fazıl merhumun dedesi olan Mehmed Hilmi Efendi’ye ifade vermesi için Yıldız Sarayı’na davet ettirdi. Fuad Paşa geldi; ancak üç kişilik heyetin soruları üzerine, ben yalnız padişaha cevap veririm demek suretiyle ifade vermekten istinkâf etti. Bunun üzerine heyet, Fuad Paşa'nın rütbelerinin sökülmesine ve Şam'a sürgün edilmesine karar verdi. Böylece Sultan Hamid'in en büyük ve her yönden kuvvetli müşaviri Fuad Paşa'dan mahrum kalması, bir müddet evvel vefat etmiş olan Plevne kahramanı ve padişahın iki kızını iki oğluna almış olan Gâzi Osman Paşa'nın yokluğu, siyonizmin oyunlarına alet olanların, bu iki muhteşem engelden kurtulmuş olmaları, Sultan Abdülhamid'i akıbete doğru sürüklemeye başlamıştı. Fuad Paşa Şam'a vardığında doğruca 5. ordu müşirliği makamına gitti oturdu. Oradaki kumandan, rütbeleri alınmış bu kahramana, bir evladın babasına yaklaşımı tavrıyla hürmet ve saygı içinde olmuştur. Ta ki Sultan Abdülhamid, meşrutiyeti yeniden ihya ettiğinde Fuad Paşa çıkarılan aff-ı umûmiyle İstanbul'a dönmüştü. Şam sürgünü 7 sene sürmüştü. Bu bahis bizim sekiz büyük boy ciltten meydana gelmiş “Büyük Osmanlı Târihi” adlı çalışmamızda 6. cildin 136. sayfasıyla 170. sayfaları arasında işlenmiştir.
•
İTTİHATÇILAR NEYDİLER?
İttihad-ü Terakki cemiyeti gizli bir cemiyet olarak Osmanlı Devleti’ni yıkmak üzere gayret sarfeden Siyonist Yahudilerin zekâsından doğmuştur. Şimdi Mevlânzâde Rıfat Bey'in, Türkiye İnkılabının İç Yüzü adlı çalışmamızın 176. sahifesinde Serbesti Gazetesi sahibi bakın nasıl anlatıyor: “..1909 senesinde bu cemiyet Selânik’te yaptığı büyük kongrede -evvelce Selanik merkezini idare eden mâlûmlâ İslâmî şahıslar, aralarında- tespit ettiklerini yapmaya yemin etmişlerdi. Tespit edilen hedefler aşağıdaki dört maddede toplanmıştı.
1) Bundan böyle Türkiye’de dinin tesirini ve kuvvetini kırmak.
2) Türkiye’nin servet menbaalarını kardeşler arasında bölüşmek.
3) Hilafeti, saltanattan ayırarak zayıflatmak.
4) İmkân el verirse, Osmanlı’yı imha edip, Cumhuriyet’i ilân etmek.
İttihad-ü Terakki cemiyeti, tesbit ettikleri bu gayelere ulaşmak için daima yıkarak devam etmiş, korkunç bir fırtına, müthiş bir kasırga hâline girmişti.”
Zâten bu gizli cemiyet meşrutiyet ihya olunduğundan, gizli cemiyet sıfatından, bu kongrede parti hâline gelmişlerdi.
31 Mart 1909, yâni 13 Nisan 1909 demektir. Bu târihde Selanik'den getirilmiş Avcı taburları eratı Taşkışla'ya yerleştirilmişler ve orada adetâ cendereye alınmışlardı. Suları kesilmiş, gusûl etme ihtiyaçları dahi engellenir haldeydiler. Başlarındaki subayları İstanbul'un Beyoğlu semtinin kendine has yaşayış tarzına kapılmışlar, Makedonya dağlarında çektiklerini, Beyoğlu’nun çok renkli hayatı ile şenlendiriyorlardı. Emiri altındaki Mehmedçiği düşünen kalmamıştı. Onlar ise Taşkışla'da ‘Ya sabur..’ çekiyorlardı. Haftaya bu bahse devam edelim. Fiemanillah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.