Başörtülülerin bir PKK’sı olsaydı?
Olmaz ama başörtülülerin de bir PKK’sı olsaydı ne olurdu. Bu sorunun cevabı demokratikleşme çabaları ve statükonun tavrı açısından büyük önem taşıyor.
Bazıları, PKK olmasaydı, Kürt vatandaşlarımızla ilgili düzenlemeler daha çabuk yapılır, demokratik açılımlar daha süratle realize edilirdi diyor. Ben buna katılmıyorum, güneydoğu’nun problemlerini etnik mesele haline getirerek dünyanın gündemine oturtan PKK’dır. Bunu kimlik siyaseti yapanlar da bildikleri için terörü kınayan hiçbir çağrıya icabet etmiyorlar. Önce demokratik açılımlar, sonra da genel af diyerek istek ve taleplerini terör örgütünü bir şantaj aracı olarak kullanarak elde etmek istiyorlar. Terörün bitmesi halinde devletin her şeyi unutacağını, hiçbir taleplerini dikkate almayacağını düşünüyorlar.
Geçen yılların analizi yapıldığında yapılan bazı reformların terör örgütünü etkisiz hale getirmek için yapıldığı, yani terörün zorlamasıyla gündeme alındığı görülecektir. Akan bunca kan olmasaydı, şimdi Kürt vatandaşlarımız da varmış, diyerek günah çıkaran komutanların Fikret Bila’ya yaptıkları vicdan muhasebesi de olmayacaktı. Terör örgütünün akıttığı kan, bazı sorunlar üzerinde ciddiyetle düşünmeyi gerektirmiş, birçok köhnemiş yargının yıkılmasına yol açmıştır.
Toplumun istek ve taleplerine kulak tıkayan bir yönetim anlayışının sonu budur. Normal yollarla sesini duyuramayanlar çareyi, terörde aramışlardır. Buna çanak tutan, teşvik eden bu sakim anlayış ile kendini ülkenin asli unsuru, vatandaşı ise azat kabul etmez köle gibi gören çevrelerin tutumlarıdır.
Şimdi baştaki soruya, en azından bir zihin egzersizi yapmak için tekrar dönebiliriz; başörtülülerin ya da daha genel bir ifade ile dindarların PKK gibi bir terör örgütü olsaydı, kendilerine reva görülen bu hukuk dışı yasaklar, bu ahlaksızca dayatmalar yapılabilir miydi? Yapılamazdı. Eminin o zaman birileri hemen devreye girer aslında Atatürk’ün de başörtüsüne karşı olmadığına dair sayısız karine bulurdu. Söz gelimi, Atatürk’ün ben sporcunun zeki, çevik, aynı zamanda dindarını severim diye bir vecizesi bulunabilir, Zübeyde hanımın başörtüsü üzerine sayısız analiz yapılabilirdi. Ama başörtülülerin bir PKK’sı olmadığı için kimse, onların çığlıklarını, ıstıraplarını dikkate almaya da gerek görmüyor. Teröristlerde insan, diyerek, bu ülkeyi kanla yıkayanlara hoş görü ile yaklaşanlar, sıra dindarlara gelince TSK cemaatlerle mücadele edecektir diyerek en küçük bir insani yaklaşımı bile çok görüyorlar. Eline silah alanlara serçe olanlar, devlet örselenmesin diye haklarını yasal yollarla arayanlara ejderha kesiliyorlar. Hâlbuki demokratik yollarla hak arayanlara bütün yolların açık, kanla, şiddetle mesafe almaya çalışanlara bütün yolların kapalı olması gerekirdi. Aksi takdirde, terörle hak arama biçimi bir gelenek halini alır, terör toplumsal taleplerin dili ve ifade biçimi haline gelir. Demokrasiler, yasal yollarla yapılmak şartıyla, her türlü hak arama mücadelesine açık olan rejimlerdir. Türk demokrasisi bu yönüyle de nev-i şahsına münhasır bir rejimdir. Eline silah alanlara karşı her türlü tavize açık, yasal çerçevede mücadele edenlere karşı ise son derece katı ve acımasızdır. .Demokrasinin ruhuyla bağdaşmayan bu paradoks, terör ve şiddeti kışkırtan en önemli saiklerden biri olmuştur. Normal yollarla hak arama mücadelesi verenlere kulaklarını tıkayanlar, aslında bilerek veya bilmeyerek şiddeti teşvik etmişlerdir. Onun için Türk demokrasisi, yasal hak arama yollarını sonuna kadar açık tutmalı, toplumun haklı taleplerine kulak vermelidir. Kimse hak aramak için, yasa dışı yollara icbar edilmemelidir.