Mühimmat da “namus” mudur?..
Muhterem İlker Başbuğ Paşa’nın iletişim toplantısı pek de ilginç değildi...
Her zamanki vaziyetler:
Darbe yapmış generallerine, hesap sormamış bir kurumun zirvesindeki muhterem Komutan, özeleştiriye ihtiyaç hissetmeksizin, demokrasiye ne kadar bağlı olduklarını öne sürüp duracak.
Hem bunu yapacak hem de aynı toplantıda, tamamen Meclis’in tasarrufundaki bedelli askerlik düzenlemesine “Kimsenin evet diyemeyeceğini!..” ilan etmek suretiyle “Bu ülkede bizim dediğimiz olur!..” mesajını verecek.
Ergenekon sürecine ilişkin bir soruyu cevaplandırırken, bir yandan hukuka saygılı olduklarını iddia edecek; diğer yandan da “Süreci yöneten ekibe” güçlü imalarla yüklenecek!..
Ve...
Sözkonusu edilen Ergenekon sanıkları ise “Masumiyet karinesinden” bahsederken, BİNLERCE Ordu mensubunun, haklarında tek bir mahkeme kararı olmaksızın “suçlu” ilan edildiklerini ve çok sevdikleri mesleklerinden “YAŞ” metoduyla atıldıklarını es geçecek!..
İletişimin karşı tarafındaki meslektaşlarımız da, meselenin bu yönünü bir soruyla gündeme getirmeyecek.
Ne yapalım;
Vatan sağolsun!..
*
İletişim toplantısıymış, dostlar iletişimde görsün!..
Dilediğini sorabilirsin de, sıkıntı verecek bir soru yöneltmen halinde akreditasyonun devam eder mi etmez mi?..
Paşa gönüller bilir!..
*
E, hal böyle olunca...
Ve bunun da adı “iletişim toplantısı” olunca...
GATA’da hiçbir “gatakulli”nin olmadığını öne süren Paşamıza, “Şener Eruygur’un eşi Mukaddes Hanım’ın, medyaya yansıyan kayıttaki sesin kendisine ait olduğunu hem de en akredite gazetelerden Hürriyet’e itiraf ettiği” hatırlatılamaz!..
O ses kaydında “GATA’daki birtakım işlemlerin nasıl gerçekleştiğine dair ifadelerin yer aldığı” da öyle...
Hatırlatılamaz!..
Ve haliyle de; “Sayın Paşam, bu gelişmeler sözlerinizi ne ölçüde teyit ediyor?” diye sorulamaz!..
*
İletişim toplantısı ya;
“Akreditasyon genişleyebilir mi?” diye sorulabilir de...
“Hukuka saygılı olduğunuzu söylemiştiniz... Medya organlarını tasnife tabi tutma imkanını hangi kanundan alıyorsunuz?”a kadar gidilemez!..
*
Devam edelim:
Genelkurmay Başkanı, “Silah başka, mühimmat başka, bize ait silah yok, mühimmatın akıbeti ise belli değil” çerçeveli ifadeler kullanır ama...
Durumlarını anlayışla karşıladığımız meslektaşlarımızdan biri “MKE tarafından, silahların Kara Kuvvetleri’ne verildiğine dair yazı gönderildiğini” gündeme taşıyamaz!..
*
İlginç değil mi;
Topraktan mühimmat “fışkırıyor”; lâv silahları, bombalar, şu bu...
Peki bu “mühimmatın” kaynağı ne?..
El cevap:
Belli değil!..
Paşamızın da ifade ettiği gibi silah “namus” ise...
Acaba; mühimmat da “namus” mudur?..
Hadi bakalım gel de düşün;
Böyle bir sorunun akreditasyona zararı olur mu, olmaz mı?..
*
Paşamızı izlerken bu sorular dolaşıyordu ki aklımızda...
Şöyle bir cümlesine takıldık:
“Bizlere düşen görev, bu mühimmata ilişkin sistemimizi bütün yönleriyle gözden geçirerek daha sağlıklı, kontrol edilebilir sisteme sokmaktır.”
Ne güzel; bundan sonra daha sağlıklı, daha kontrol edilebilir bir sistemimiz olacakmış...
Zararın neresinden dönsen kâr!..
*
Bakın neleri konuşuyoruz biz;
Türkiye’nin dört bir yanından “Çıkış yerlerinin bilinmediği” öne sürülen “mühimmat” fışkırıyor...
Ve de bunların “ülkenin darbeyi davet edecek bir kaos ortamına sürüklenmesinde” kullanılmak üzere gömüldüğü iddia ediliyor...
Mahkeme’nin “sahihliğine” hükmettiği “Darbe günlükleri” de kamuoyunun gündemine çoktaaan gelmiş bulunduğundan, gözler haliyle TSK’ya çevriliyor!..
“Darbe girişimini önlediği” belirtilen Eski Genelkurmay Başkanı da, Savcı’nın davetine icabet edip bildiklerini anlatıyor!..
İşte, Sayın Başbuğ’un “Bulunan mühimmatın kime ait olduğunun bilinmediğini” söylediği...
Ve bundan sonra her el bombası ve her lav silahı için “özel stok numarası verileceğini” ilan ettiği an, böyle bir an!..
Hatırlarsınız; Paşalarımızdan biri “Teröristlere hedef olan karakolların parasızlıktan dolayı taşınamadığını” öne sürmüştü!..
Bu beyandan ilham alan “akredite” basın mensuplarından biri; “Bu numaralama işini de, bütçe yetersizliğinden dolayı mı geciktirdiniz?” sorusunu yöneltmiş olsaydı...
Sayın Başbuğ nasıl bir karşılık verirdi?..
*
Evet; parasızlıktan değilse ihmaldendir bu “numaralama” işinin yapılmaması... Ya da bir başka “numara” vardır da, bizim aklımız ermiyordur bu mevzulara.
NE SORULAR VAR!..
Basın toplantısı renklenmiyor ki...
Oradakilerden biri; “Sayın Başbuğ, Cuma namazları için genellikle hangi camiyi tercih ediyorsunuz?” diye sorsaydı...
Ya da; “Harp Akademileri Komutanlığı’ndaki konuşmanızda Ordu’nun milletimiz tarafından Peygamber Ocağı olarak anıldığını hatırlatmıştınız. Buna uygun olarak Kutlu Doğum etkinliklerine katılmanızı teklif edenler oldu. Bu teklifi nasıl karşılıyorsunuz?” diye sorsaydı...
Ayıp mı olurdu?..
Yoksa akreditasyonun başına bir haller mi gelirdi!..