Ben adama ''adam'' demem, Allah'ı tanımayınca!
önceki akşam YöK eski Başkanı Kemal Gürüz'ün Fatih Altaylı ile konuşmasını takip ederken, "20 yıl önce yaşadıklarım" geldi gözlerimin önüne... Kemal Gürüz; önceki gün, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün "YöK üyeliklerine yaptığı atamalar" konusundaki tavrını irdelerken, "hangi üyenin, kimin adamı olduğunu" açıklıyor ve ortada "planlı bir kadrolaşma" bulunduğunu ileri sürüyordu... Fatih Altaylı da, buna karşılık olarak diyordu ki; "Ne yani Masonlar arasında da böyle bir ilişkiler ağı yok mu?.."
İşte bu söz, beni 20 yıl öncesine götürdü... O zamanlar, Fındıkzade'de 59 metrekarelik bir evde oturuyordum.. Apartmanın en üst katında da, "Cerrahpaşa Tıp Fakültesi"nde okuyan bir genç oturuyordu... "Uşaklı" bir gençti... Sık sık annesi de ziyaretine geliyordu... Kadıncağız, hem "başörtülü"ydü, hem de "namazında-niyazında" biriydi.
BİR MASON'UN VİZESİ GEREKİYORDU!
Biraz "hemşerilik"ten, biraz da "frekansların tutması"ndan olsa gerek, aramızda iyi bir "komşuluk" ilişkisi başlamıştı.
Uzatmayalım, delikanlı "Tıp son sınıf"a gelmişti... Bir yandan da "Haseki'deki Kardiyoloji Enstitüsü"ne gidip-geliyor, gidip geldikçe de "orada çalışma" arzusu artıyordu.
Ne var ki;
Kardiyoloji Enstitüsü'ne girebilmek için "iyi bir torpil"e ihtiyaç vardı... Enstitüye "mason"lar hakimdi... Yani, orada çalışmak için "masonların vizesi" gerekiyordu.
Kimi devreye sokabiliriz, kim etkili olabilir diye araştırırken, benim de tanıdığım birinin "üst dereceli bir mason" olduğunu öğrendim.
Tabiî, "masonluğu" filân karıştırmadan, "rica" ettik kendisinden!..
"Olur" dedi, "ben söylerim arkadaşlara!"
Aradan epey zaman geçti... Biz, "olacağına" kesin gözüyle bakmaya başlamıştık... öyle ya; "mason"sa mason, işte bulmuştuk "torpil"i!..
Hem de, "en yüksek dereceli"sinden!..
Bir gün, ne oldu biliyor musunuz?..
“Derecesi yüksek, sözü geçer" dediğimiz mason, "olmuyor" dedi; "Bizimklier araştırmışlar!.. Delikanlı dindar, annesi de başörtülüymüş!!!.. Arkadaşlar, böyle birini alamayacaklarını söylediler!"
Olmadı... Bizim delikanlı; çok arzuladığı halde Kardiyoloji Enstitüsü'nde çalışamadı... Belki de çok umutlandığı için, büyük bir hayal kırıklığı yaşadı ve kahırlanıp Uşak'a döndü... Şu an, kendi oturduğu ilçede "doktorluk" yapıyor!..
üNİVERSİTELERDE MASONİK KADROLAŞMA!
Evet, boşalan YöK üyeliklerine TüİK Başkanı ömer Demir'in, İstanbul İktisat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Berrak Kurtuluş'un ve Zonguldak Karaelmas üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Durmuş Günay'ın getirilmesini, bir anlamda "dinci kadrolaşma" diye yorumlayan Kemal Gürüz'ün bu sözleri, bana 20 yıl önceki bu olayı hatırlattı.
Düşünebiliyor musunuz;
Geleceğe "ümit"le bakan, "pembe hayaller" kuran bir genç, sırf "dindar" olduğu için, sırf annesi "başörtülü" olduğu için Kardiyoloji Enstitüsü'nde çalışmaya başlayamadı!..
Hem de, oradaki hocalar talep ettiği halde!..
Niye?..
çünkü, o zamanlar Haseki Kardiyoloji'de "masonik bir örgütlenme" vardı!.. Dolayısıyla; "Allah'a inanan" ve "namaz"ını kılan, hele de "annesi başörtülü" bir gencin oraya girmesi mümkün değildi!..
Bay Kemal Gürüz, bugün kalkmış, "farklı bir kadrolaşma"dan söz ediyor!.. İşin tuhaf tarafı, bunun adını da koyamıyor!..
Ama, Fatih Altaylı, aynı "ilişkiler ağı"nın "masonlar arasında" da olduğunu ve onların da "kadrolaştığını" hatırlatınca, "O başka mesele" deyip, başlıyor kıvırmaya!..
Ne kadar kıvırırsa kıvırsın; bu ülkede "masonik bir kadrolaşma" olmuştur/olmaktadır!.. "Hayır olmuyor" diyenlere, 1987'de yaşadığım olayın "müsebbip"lerini açıklarım!..
Zaten bu "masonik yapılanma"nın kovanına çomak sokulduğu içindir ki, "masonluğun arka bahçeleri" olan "Rotaryen"ler ve "Lions"lar, gazetelere ilân vererek "başörtüsünün serbestliği aleyhinde" ifadeler kullanmışlardır!..
Kimdir bunlar?.. Kaç kişidirler?..
Bunlar, kesinlikle "yerli" değildir!.. Bunlar, "kökleri ABD'de veya Avrupa'da" olan, evet "kökleri dışarıda" olan, emir ve talimatları "dışarıdan" alan, dışarıya danışmadan, çok affedersiniz sıçmaya bile gidemeyen "Truva Atı" kuruluşlardır!..
Bunlar, yıllarca kadrolaştılar bu ülkede!.. "üniversite"lerde kadrolaştılar, "bürokrasi"de kadrolaştılar ve hatta "TSK bünyesinde" kadrolaştılar!.. Ne acı ki; TSK bünyesinde, hâlâ "bazı mason generaller" var!..
"üniversiteler" ise, sırf "dindar" diye, sırf "annesi başörtülü" diye "gençlere kıyan" masonlarla, rotaryenlerle, lionslarla dolu!..
Buna rağmen "dinci örgütlenme" filân diyorlar ya, acı acı gülüyorum!.. Adım kadar eminim ki; "YöK üyeliğine yapılan 3 atama"yı diline dolayanlar, "üniversitelerdeki masonik örgütlenme"yi örtbas etmeye çalışıyor!..
Yani, Gürüz "mason dostlarını" koruyor!..
CELAL ŞENGöR, PROFESöR OLSA NE YAZAR?
Gürüz’ü izlerken, bir defa daha gördüm ki; "başörtüsünün serbest bırakılması"ndan rahatsız olanların, "özgürlüğe karşı çıkanlar"ın sepetlerinde pamuk kalmamış!.
"Zavallı" duruma düşmüşler!
Zira, ileri sürdükleri hiçbir "iddia"nın iler-tutar yanı yok!..
Lime lime dökülüyorlar!
"Yasakçılık"larına, "yasa dışı zorbalık"larına ve "despotluk"larına kılıf bulmaya çalışmak yerine, "özgürlük yanlıları"nı "küçümsemeye" çabalıyorlar ki; gerçekten "acınacak" durumdalar!..
Meselâ, Bay Gürüz, önceki günkü programda, "özgürlüğe imza atan öğretim üyeleri"ni ciddiye almayıp, "özgürlük-mözgürlük istiyorlarmış!.. İmza-mimza atıyorlarmış!" diye "önemsemez" ve "küçümser" bir tavır takındı ki; bir an için isyan ettim; "Sen kimsin be adam?.. Senin, onlardan fazlalığın ne?"
Ama, Bay Gürüz, böyle bir tepkinin geleceğini sezmiş olmalı ki; "kendisini" değil de, Prof. Celal Şengör ismini attı ortaya!..
Dedi ki; "Prof. Celal Şengör bir markadır!.. Dünyaca ünlü bir bilim adamıdır!.. üniversitelerde türban özgürlüğüne imza atanların hepsinin bilimsel makalelerini toplayın, bir Celal Şengör etmez!.. Daha ne diye özgürlük-mözgürlük diyorlar?"
Peki, Celal Şengör kim?..
"Askerden telefon geldiğinde" bile "hazırol"a geçen bir adam!..
Peki, Celal Şengör kim;
"Askerî kıyafet" giyen kendi oğluna bile, sırf "askerî kıyafet" giydiği için bir iş buyurmayıp, kendi yapan bir adam!..
Yani, "asker"le yatan, "asker"le kalkan biri!..
ALLAH'I BİLMEDİKTEN SONRA!
Daha da vahimi; "Halbuki üniversitede dinin 'şakırdatılması', bizzat üniversite kavramıyla çelişir. Dünyada katolik, protestan veya İslâmi üniversitelerin olması veya üniversitelerin Orta çağ'da dinsel kurumlardan türemiş olması bu gerçeği değiştiremez.
Din, belirli dogmalar çevresinde kurulmuştur ve yanılmaz olduğu iddia edilen bir veya birkaç tanrının vahiyleri olan dogmalarından vaz geçemez.
Bilim ise sürekli olarak gerçeği arayan ve gerçekle bağdaşmayan hiçbir şeyi kabul etmeyen bir düşünce sistemidir. Bilim, bitmeyen bir deneme-yanılma süreci içerisinde daima yanlışları eleyerek hakikate asimtotik olarak yaklaşır. Ancak hepinizin bildiği gibi, tek bir ters veri en ihtişamlı teoriyi çöpe atmaya yeterlidir. Dinin pek çok dogması bilimin isbatları karşısında bu şekilde çöpe gitmiştir. Bugün artık ne dünyanın yedi günde yaratıldığına, ne Nuh Tufanına, ne de Havva ile Adem masalına inanmak mümkündür."
Diye "saçmalayan" bir adam!..
Evet, "Allah"ı inkâr eden, "yaradılış"ı inkâr eden, bunlara "dogma" demenin de ötesinde "masal" diyen "ateist" bir adam!.. Böyle bir adam "bilim adamı" olacak ama, "türbana serbestlik" isteyen adamlar "özgürlükçü-mözgürlükçü" olacak, öyle mi?..
Tükürürüm böyle "kafa"nın içine!..
Merhum Yunus Emre, asırlar öncesinden sesleniyor böylelerine:
"İlim, ilim bilmektir
İlim, kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır
Okumaktan murat ne
Kişi Hak'kı bilmektir
çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru ekmektir
Okudum bildim deme
çok taat kıldım deme
Eğer Hak bilmez isen
Abes yere gelmektir."
Yunus'un sözünün üstüne söz söylemek, haddimize düşmez... çünkü, söylenmesi gereken sözü söylemiş!..
Bir adam ki; "dünyaca ünlü" bile olsa; değil mi ki "kendini bilmek"ten acizdir, değil mi ki "Hak"kı bilmemektedir, bana göre "beş paralık değeri yok"tur!..
Bu, isterse Celal Şengör olsun!.. Bir adam ki, "Allah'ın bir emri" olan "başörtüsü"ne karşı çıkıyor, "ayet"ler için "masal" diyorsa, benim nazarımda hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur!..
İsterse, "profesör" olsunlar!..
SALTANATLARI çATIRDAYINCA!
Kemal Gürüz'ün sözleri üzerine söylenecek daha çooook söz var... Ancak, tek cümle ile özetleyecek olursak, "büyük bir panik" halinde olduklarını ve "ipe-sapa gelmez" iddialar ileri sürüp, "saçmaladıklarını" rahatlıkla söyleyebiliriz!..
Evet, saçmalıyorlar!..
Bir yandan "mason kadrolaşması"nı gözden kaçırmaya, bir yandan da "ateist" bir adama sahip çıkmaya çalışıyorlar!..
Belli ki, "tutunacak dal"ları kalmadı!..
"Saltanat"ları çatırdıyor!..
Ama, "korku"nun "ecel"e faydası yok!..
Korktukları, başlarına gelecek!..
Zira, zulüm "payidar" olmaz!..
Yırtınsalar da "özgürlük" gelecek!..
-----------
Papaz cüppesi
SalihMemecan, yine 12’den vurmuş... Sabah’taki dünkü karikatüründe, “başörtüsüne karşı çıkan üniversite rektörleri”ni hicvetmiş!..
Rektörler diyor ki; “Bugün başörtüsüne izin verirsek, yarın cüppeyle gelmeye kalkarlar!..”
Şu “müthiş çelişki”ye bakın ki; “cüppe” endişesi yaşayan rektörlerin hepsi “cüppeli!”
Memecan’ın aklına, fikrine, eline sağlık...
Bu çelişki, ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi.
Ne enteresan değil mi; “başörtüsü yerli değil, ithal bir kıyafet” diyenler, her nedense “rektörlerin sırtındaki cüppe”lerin nereden geldiğini hiç ağızlarına almıyor!..
Oysa; “Rektör” ve “Profesör” demek, köken itibarıyle “mahalle papazı” demektir!..
Dolayısıyla, sırtlarındaki cüppeler de “papaz cüppesi”dir!..
Şu hale bakın ki; sırtlarına “Hıristiyanlığın simgesi”olan “cüppe”leri geçiren “mahalle papazları”, sırf “İslâm’ın simgesi” diye “başörtüsü”ne karşı çıkıyor!..
Sizin anlayacağınız “dağdan gelen”ler, “bağ”dakini kovmaya yelteniyor!..
Ama, hayır!.. Bu defa başaramayacaklar...