Mecliste Eğitimci Yok muydu?
Şimdi yeni bir soru soracağız ama bunun iyi anlaşılması için önceki yazımızdaki soruları hatırlamamız lazımdır.
“Başbakan ve de herkes şu soruya açık yüreklilikle cevap vermeli, acaba sağlık bakanlığına bir eğitimciyi atayabilir miydi?
Ya da Adalet Bakanlığına bir doktor atayabilir miydi?
Maliye bakanlığına bir hukukçu olur mu?
Tarım bakanlığına bir sanayici mesela?
Soruları uzatmayalım, bunların hepsi de yanlış olur, hatalı olur. Şık da olmaz. Şıklık ne kelime, hatta ayıp olur, çirkin olur.
Peki ama bu siyasetçiler Milli Eğitime bu yanlışı, hatalıyı, şık olmayanı, ayıp ve çirkin olanı niye yaparlar?”
Şimdi de yeni sorumuzu soralım.
Bir de şöyle bir gerçek var; başka bakanlıklar olsa alan dışı bir atamayı dile getirir, kınar, bağırır, çağırır, bir şekilde tepki verir. Ama eğitimciler öteden beri bunu da yapmazlar.
Neden acaba?
Daha olgun olduklarından mı?
Yoksa öteden beri daha fazla ezildiklerinden, korkutulduklarından mi?
Sakın kale alınmadıklarından ve alınmaktan da umut kestiklerinden olmasın?
Peki ama sendikaları nerde bunların?
Öğretmenlik maalesef meslek olmaktan nerdeyse çıka yazdı, üç ayda kabak yetişmezken, geçmişte öğretmen yetiştirdiklerinden.
Sonra ziraat fakültesi mezunlarını bile “sınıf öğretmenliğine” aldılar, ama öğretmenlik dersleri okuyan İlahiyat mezunlarını yıllardır almadılar. Sanırım hala da öyle…
Bir öğrenci bir okuldan daha mezun olmadan birkaç sistem değişir milli eğitimde. İstikrar, örf, gelenek diye bir şey hak getire. Sistemler yaz boz tahtası.
İşte bakın, eğitim felç. Daha şu dershaneler olmasa da siz görseniz fecaati.
Abartmıyorum, içinden geldiğim için biliyorum, doğru dürüst okuma yazma bilmeden liseden mezun olanların sayısı az değil. Sınavlarda sıfır çekenleri basından okumadınız mı?
Sınıfta kalmak yasak. Bir ara kaldırıldı, kaldıranlar geri getirdi. Ne yapılmak isteniyor, anlayana aşk olsun! Şekil değişikliği, makyajla oynar dururlar. Dostlar alış verişte görsün!
Ama öbür yanda çok acı gerçekler var:
Okullarda okuma aşkı, yazma sevgisi, ilim hevesi, edep ve terbiye arzusu, ideale adanmak gibi güzellikler pek yok, ama içki, kumar, sigara, uyuşturucu, fuhuş ve çeteleşme maalesef pek çok, korkunç yaygın.
Hem geçmişte, hem de günümüzde anarşi oradan çıkar, terörist oradan çıkar. Milli bünyeye yabancı ve zararlı her fikir oradan çıkar ve beslenir.
Yakında yenilerini göreceksiniz, “mezuniyet kutlamaları” tam bir rezalet, skandal. Bacak kadar çocuklar, idarecileri ve öğretmenleri korumasında ve dansöz eşliğinde içki içerler, dans ederler ve daha neler neler…
Her şey serbest orada. Sadece dine geçit yok! Yeter ki “irtica” diye isimlendirdikleri “din” olmasın. Bunun neresi “Millî” ey millet?
Nedir bu Sayın Başbakan? Niye meslekten anlayan bir uzman atanmaz Milli Eğitime bakanı olarak? Kırıldı mı koca mecliste bir eğitimci Allah aşkına?
Yoksa bu bakanlık, derin devletin icazetinde mi hala? Ancak uzlaşmalılar mı görev yapabilir orada? Davul kimin boynunda, tokmak kimin elinde?
Sayın Hüseyin Çelik yıllarca konuştu, konuştu ve gitti. İyi bir insan olabilir, ama aynı şeyi bakanlığı için söyleyemiyoruz. Sorduğum tüm öğretmenler rahatsızdı. Gördüğüm herkes gittiğine seviniyordu.
Yazık, fırsat ve imkanlar böyle heba ediliyor, hayat imtihanları böyle kaybediliyor. Sonuçta millet de kaybediyor elbette.
Milli Eğitimde genel liselerin, müfredat programlarının, üniversitelere girişin, özellikle de din ve meslek eğitiminin bir sürü meselesi var. Bakalım yeni bakan ne yapacak. O da hiçbir şey yapmadan ancak konuşarak vakit mi geçirecek, göreceğiz.
Evet, Sayın Başbakan Milli Eğitimi ciddiye almalıydı…