Kadını tüketmenin öteki yanı
Bendeniz, “kutsallık” içeren “insan”ı istismar kokan oluşumlara asla iltifat etmem...
Bu bakımdan, “Anneler Günü”, “Babalar Günü”, “Dedeler Günü”, “Nineler Günü”, “Sevgililer Günü” ve “Dünya Kadınlar Günü”, taşıdıkları isim ve yüklendikleri mânâ açısından anlamlı gelse de, gizi amaçları açısından bana anlamlı gelmiyor...
Çünkü temel amaç “kadına saygı ve sevgi” öğütlemek değil, tüketimi biraz daha artırmak, insanlara biraz daha fazla mal satmaktır.
Bu da doğrudan doğruya hem duygu istismarıdır, hem de kadının bir başka biçimde (ticari malzeme olarak) kullanılmasıdır.
Peki hiç bir faydası yok mu?
Var: Baş tacı etmemiz gerekirken, çok ihmal ettiğimiz, hatta zaman zaman yok saydığımız “anne”yi bir özel gün münasebetiyle olsun hatırlamak faydalıdır.
Belki bu münasebetle bir gül götürür, iki çift güzel sözle gönlünü alırız.
Unutmayalım ki, annemiz kadındır...
Eşimiz kadındır...
Ablamızdır, kardeşimiz kadındır...
Teyzemiz, halamız kadındır...
Kadına Batı’nın koyduğu ölçüler, ya da gelenekselleşmiş yanlışlar çerçevesinde değil, inanç manzumemizle bütünleşmiş fıtrat kanunlarının öngördüğü biçimde bakarsak, bazı yanlışlardan sıyrılabilir, kadını lâyık olduğu makama yeniden oturtabiliriz...
Bilirsiniz: Peygamber-i Alişan Efendimiz’in Veda Hutbesi hem Müslüman toplumların temel örgüsüdür, hem de Peygamber’den ümmetine bir vasiyettir.
Kısadır, özdür, ancak bu kısa ve öz hutbenin bir bölümünün kadınlara ayrılması, kadının öneminin o kısa metinde bile vurgulanması Müslüman toplumlarda kadının önemi açısından anlamlıdır.
Şöyle buyuruyor Resul-i Alişan Efendimiz:
“Ey İnsanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim...
Siz kadınları Allah emaneti olarak aldınız... Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakları vardır.”
İşte konunun bam teli, özü, özeti ve altın çerçevesi...
Aile hayatımızı “Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakları vardır” anlayışına oturtabilseydik herhalde bugün karşılıklı şikâyetçi olduğumuz pek çok konuda uzlaşma sağlar, aile hayatımızı bu anlamda cennete dönüştürmüş olurduk.
Çünkü huzur hayatın cennetidir...
Ne kadar yaşadığınız yıllarla değil, huzur içinde yaşadığınız günlerle belirlenir...
Öyleyse huzura ulaşmak yaşamın ta kendisidir.
Kendi kimliğiyle özdeşleşip sevgi ve şefkatle kendini buluşturmuş kadının çevresine saçtığı şey ise huzur ve mutluluktan ibarettir.
Biliyorsunuz inanç ve törelerimizde anne “kutsal varlık”tır…
O kadar kutsaldır ki, anneye “öf” dedirtmek yasaktır…
Bu anlamda ben de klâsik bir yaklaşımla “her gün annelerin” diyeceğim; ancak maalesef, Avrupa ve Amerika normlarına endeksli büyük şehir hayatını dikkate aldığımda, gönül rahatlığı içinde bunu söyleyemiyorum…
Çünkü, tıpkı Avrupalılar, Amerikalılar gibi, biz de annelerimize sıcak ilgi ve sevgi göstermiyoruz.
Biliyorum, bu konuda pek çok mazeretimiz var: Bir kere çok meşgulüz. Giderek zorlaşan hayat şartlarında kendimizi bile düşünemiyoruz…
Yalnız annemizi değil, eşimizi ve çocuklarımızı da ihmal ediyoruz.
Güzel de, Allah, anne-babalara “öf” dahi dedirtilmemesi gerektiğini söylerken, herhalde böyle zor günlerin de geleceğini biliyordu…
Buna rağmen bir hüküm vermişse, hayat şartları, ilgisizliğimizle sevgisizliğimize mazeret olmamalı.
Her gün Anneler Günü olsa ve biz her gün annemizin dizlerinin dibinde kıvrılıp başımızı kucağına dayayarak sevgilerimizi fısıldasak yeri...
Seni seviyorum anneciğim…
Yıllar önce ölmüş olsan da bu duygum hiç azalmıyor.
NOT: Bugün saat 13.30’da Çayeli (Rize) İsmail Hakkı Kahraman Kültür Merkezi’nde, saat 20.00’de “Aile içi iletişim” konulu bir konferans verip akabinde kitaplarımı imzalayacağım. Hepinizi bekliyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.