Panik?
Deniz Baykal "Ankara Kulisi" programında Fikret Bila ve Murat Yetkin'e çok önemli açıklamalarda bulunmuş.
Söylediklerinin önemi, bugüne kadar perakende söylediği şeyleri bu defa derli toplu tarzda yeniden ifade etmesinde; tam bir serbest irâde beyanı, yani daha sonradan, "öyle demek istememiştim; sözlerim maksadının dışına taşmış, yanlış anlaşılmış" diyebilme imkânını ortadan kaldırıyor, pokerci tâbiriyle "rest" çekiyor.
Deniz Baykal'ın iki gazeteciye kamuoyu huzurunda söylediği şeyler, ancak bir gizli ortam dinleme kaydında rastladığımız türden çıplak ifadeler. Köprüleri ve gemileri yakan, kararlı, hiçbir surette montaj veya manipülasyon tereddüdü uyandırmayacak net bir vaziyet alış. Şaşırtıcı, sivri, köşeli, ağır ve canhıraş ithamlar...
Bu sözler Cumhuriyet'in ve demokrasimizin tarihine geçer. CHP Lideri, işbu tercihiyle kendisini, partisi ve yandaşlarını ağır bir yükün ve angajmanın altına koyuyor. Tavrının siyasi ve hukuki sonuçları olacaktır ve bu kaçınılmaz görünüyor.
Ergenekon davasının arkasında Başbakan R. Tayyip Erdoğan'ın olduğunu ve davanın büyük bir planın parçası olarak yaratıldığını ileri süren CHP Lideri, aynen kendi sözleriyle elindeki bütün kartları şöyle açıyor masaya: "Hukuk mercilerinin kendi inisiyatifleriyle ortaya koyduğu bir dava olduğunu düşünmedim, bunun büyük bir planın, senaryonun parçası olarak yaratıldığı kanısındayım."
Ana muhalefet partisi lideri, yürürlükteki kanun ve usul mevzuatına uygun tarzda açılmış, usulüne uygun olarak delillendirilmiş ve en mühimi halen devam etmekte olan bir dava hakkında, "Bunu hukuk mercileri, kendiliklerinden yapmış olamazlar, siyasi tesir altında yönlendirilmiş olduklarını düşünüyorum" diyor ve çok daha garip bir tarzda fikir yürütmeye devam ederek pazar günü yapılan Cumhuriyet Mitingi'nden bahisle şöyle konuşuyor: "O malum davanın (Ergenekon) yürütülmekte olduğu bir dönemde bu nitelikle toplanabilmiş olmasını anlamlı buluyorum. Bir davaya tepki, bir yargı sürecine karşı bir halk tepkisi ortaya çıkıyor. Caydırıcı kampanyalara rağmen bu mitingin yapılması çok anlamlı."
Tabii bu konuşmayı dinleyen tecrübeli gazetecilerin niçin şöyle bir soru sormadıklarını bilmiyoruz: "Sayın Baykal, Türkiye Cumhuriyeti'nde ne zamandan beri, adli merciler önünde görülmekte olan bir dava hakkında halkın tepkisi anlamlı bir işaret sayılmaya başlanmıştır? Hukukun evrensel uygulamasında böyle örnekler var mıdır? Bu bir ilk midir; bizde evveliyatı var mıdır? Siz bu halk tepkisini, mahkeme sürecini etkilemesi ihtimali bakımından sağlıklı bulur musunuz?"
Sormamışlar; olabilir. O zaman biz sormuş olalım: "Sayın Baykal, yukardaki cümleniz, Anayasa'nın 138. maddesi hükümlerine açıkça ters düşmekte midir; siz anayasa üstü, devlet üstü bir varlık mısınız?"
Ben o iki gazeteciden biri olsaydım, bu sorunun ardına bir başka şey daha sorardım: "Sayın Baykal, 30 Nisan 2007 tarihinde kamuoyuna hitaben 'Anayasa Mahkemesi 367 milletvekili bulunmadan cumhurbaşkanı seçilebileceği yönünde karar verirse Türkiye tehlikeli bir çatışmaya sürüklenecektir' şeklinde konuşmuştunuz. Bu sözleriniz o tarihte yargı sürecine müdahale şeklinde yorumlanmıştı. O sözün hesabını tarih ve hukuk önünde hâlâ vermemiş olmanız, size cesaret veriyor olabilir mi?"
Benim anladığım şudur; böyle pervasız ve dik bir sesle yüksek perdeden konuşmanın ardında, çok daha başka boyutta ciddi sebepler olabilir ve Sayın Baykal, yargıyı alenen tehdid ederek mukadder bir akıbeti ortadan engellemeye çabalamaktadır.
Ne olduğunu bilmiyorum ama bu sözler "panik"ten başka bir kavramla izah edilemez. Bir sürecin sonuna yaklaşmış olmanın hissettirdiği tedirginliğe benziyor; bakalım üstlendiği bu şahsi risk, Baykal'ın politik kariyerini nasıl etkileyecektir, merakla seyrediyoruz!