Adaletsizlik batırır
Türkiye'nin en büyük problemi ve krizi nedir?.. Ergenekon mu? Ergenekon gerçekten muazzam ve dehşetli bir krizdir ama en büyük o değildir.
Siyasî kirlilik mi?.. O da korkunçtur, çok büyük bir kötülüktür ama bir numaralı kriz değildir.
Baylar bayanlar!.. Türkiye'nin en büyük krizi adaletsizliktir... En geniş ve genel mânasıyla adaletsizlik.
Mülkün temeli adalettir. O yoksa temel de yoktur. Temelsiz bina çökmeye mahkumdur.
Türkiye'de sosyal adalet yoktur.
Adaletsizliğin birinci sebebi de genel kokuşmadır.
Uluslararası temizlik ve saydamlık notu 5'in altında olan bu ülkede adalet vardır diyebilir miyiz?
Adalet derken mahkemeleri kasd etmiyorum, en geniş mânasıyla adalet diyorum. Mahkemeler yargıdır.
Ben beş yüz milyar dolar diyeyim, siz üç yüz milyar dolar deyin. Bu kadar kara, kirli, haram para birikimi olan bir ülkede adalet olur mu?
Ülkenin gelirinin yüzde altmışını, nüfusun yüzde ikisini teşkil eden bir azınlık devşiriyor, halkın yüzde 98'ine gelirin yüzde kırkı kalıyor. Böyle adalet olur mu? Türkiye bir rantlar cehennemine dönüşmüştür.
Babadan kalma bir dairen var, kiraya vermişsin ayda beş yüz lira alıyorsun. Bu helal bir ranttır.
Üzerine inşaat yapılamayacak bir arsayı çok ucuza alıyorlar, sonra allem edip kallem edip inşaat, yapılaşma, yüksek irtifa izni çıkartıyorlar ve arsayı birkaç ay sonra yüz misli fazla fiyatla satıyorlar. İşte bu haram ranttır. Türkiye böyle rantlar ülkesi olmuştur. Kara rantlar, lanetli rantlar, uğursuz rantlar...
Rant yemek için İstanbul'un nüfusunu 40 milyona çıkartmak isteyen çeteler var.
Rüşvet, yolsuzluk, haksızlık gırtlağa kadar.
Bu saydıklarım ve saymadığım yüzlerce büyük kötülük, zulüm, adaletsizlik bir ülkeyi bir kere değil bin kere batırmaya yeter.
AK Partisi bu ülkeyi ya temiz, saydam ve adaletli bir ülke haline getirir, temizlik notunu 10 üzerinden en az 7'ye çıkartır, yahut batar, hem de feci şekilde batar.
Genel, sosyal adalet istiyoruz.
Devletin, belediyelerin bütçelerinin hortumlanmamasını istiyoruz.
Haram, kirli, kara rantların önlenmesini istiyoruz.
Rüşvet ve komisyon alanların imha edilmesini istiyoruz.
Nepotizm istemiyoruz.
Partizanlık istemiyoruz.
Devleti ve belediyeleri soyanların en ağır ve başkalarına ibret olacak şekilde tenkil edilmelerini, cezalandırılmalarını istiyoruz.
İdam edilmesi gerekenlerin idam edilmemesi büyük zulüm ve adaletsizliktir.
Ülkeye ahlâkın, faziletin, hikmetin hakim olmasını istiyoruz.
Son otuz kırk yılda süper zengin olanlara "Bu serveti nereden buldun?" sorusunun sorulmasını istiyoruz.
Kara, haram, kirli servetlerin müsadere edilmesini, hazineye verilmesini istiyoruz.
Her türlü çeteciliğe son verilmesini istiyoruz.
Oğullar, kızlar, damatlar, yeğenler, biraderler, yandaşlar saltanatı istemiyoruz.
Evet, önce adalet istiyoruz.
Siz istemiyor musunuz? O halde batın, çökün feci şekilde.
Adalet için çalışmayanlara: Siz de enkaz altında kalacaksınız.
Bakın şu hurafeciye!..
Geçenlerde reformcu biri bağırarak şöyle diyordu: "İslâm'da ölüleri kabre koyduktan sonra telkin vermek diye bir şey yoktur. Böyle bir şey Kur'ân'da yazılı değildir. Bu bir hurafedir..."
Ulemadan Ömer Nasuhi Bilmen'in Büyük İslâm ilmihali adlı güvenilir, muteber kitabının "Cenazelerin Kabirlerine konulması" bölümünde (607'nci madde) şu bilgiler veriliyor:
"Kabre konulan ve teklif çağına yetişmiş (âqil ve bâliğ olmuş) bir İslâm ölüsü hakkında telkin verilmesi meşru görülmüştür. Şöyle ki: Kabre defn edildikten sonra sâlih bir kimse kalkıp ölünün yüzü tarafında durur ve ona hitaben 'Ya filan!..' diyerek (İsmini anarak, ismini bilmiyorsa yâ Abdallah diyerek) üç kere seslenir. Sonra "Sağlığında inanmış olduğun gibi Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resulullah kelime-i şehadetini zikr et. Şüphesiz ki Cennet haktır, Cehennem haktır, insanların öldükten sonra yeniden diriltilecekleri haktır, Kıyamet haktır, bunda hiç şüphe yoktur. Allah-ü Teâlâ kabirlerde bulunanları muhakkak diriltip Mahşer yerinde toplayacaktır. Ve sen hatırla ki, Allah-ü Teâlâ'nın Rab oluşuna, İslâm'ın hak din oluşuna, Muhammed aleyhissalatü vesselamın Peygamberliğine, Kur'ân'ın imam, Kâbe'nin kıble ve mü'minlerin kardeşler oluşuna (iman edip) razı bulunmuş idin... Ey Abdullah, de ki: Allah'tan başka ilâh yoktur. De ki: Rabbim Allah'tır, Dinim İslâm'dır, Peygamberim Muhammed aleyhissalatü vesselamdır... Yâ Rabbi!..Bu ölüyü yalnız bırakma. Sen vârislerin hayırlısısın..."
İşte Ehl-i Sünnet ve Cemaat İslâmlığında ölüler kabirlerine konulduktan sonra onlara yukarıda anlatıldığı şekilde telkin verilir.
Dinimizin bu güzel, doğru, hak işine hurafe demek, büyük bir küstahlıktır.
Kur'ân'da yazılı olmayan dinî bilgileri reddetmek, onlara hurafe demek aklı başında bir Müslümana yakışmaz.
Böyle abuk sabuk laflar eden nice reformcu var ki, namaz bile kılmıyorlar. Namaz kılmayan adamdan din hocası, din önderi olur mu?
Bu adamların, Ehl-i Sünnet'e aykırı bütün fikirleri, bütün görüşleri hezeyandır. Asıl hurafe, onların düşünce ve görüşleridir.
Ömer Nasuhi Bilmen hazretleri yine Büyük İslâm İlmihali'nde şu bilgileri veriyor:
"Bir Müslüman, kıldığı bir namazın veya tuttuğu bir orucun veya okuduğu bir Kur'ân'ın veya verdiği bir sadakanın sevabını, gerek hayatta olsun ve gerek olmasın başka bir Müslümana veya bütün Müslümanlara hediye edebilir, bu caizdir. Bu sevap onlara ulaştırılır ve her birinin aynı sevaba nail olacağı Allah'ın fazl u kereminden beklenir." (1957 baskısı, s. 339)
Bütün reformcu, yenilikçi, dinde değişiklik isteyen, bid'atçi ilahiyatçılar bir araya gelseler, Ömer Nasuhi Bilmen'in ayağının tozu olamazlar. Çünkü o, ucu ResullerinSeyyidine ulaşan icazetli bir fakihtir.
Sevgili din kardeşlerime önemle hatırlatıyorum:
Hanefi fıkhına bağlı olanlar Büyük İslâm İlmihalini (veya benzeri Ehl-i Sünnet kitaplarını) baş ucu kitabı yapsınlar, dinî bilgileri, İslâmî vazifelerini ondan öğrensinler.
Şâfiî fıkhına bağlı olanlar, icazetli bir Şafiî aliminin ilmihalini alsınlar, onu okusunlar.
Sakın ola ki, reformcuların, bid'atçilerin, sapık fırkaların mensuplarının kitaplarını okumasınlar. Allah korusun ayakları kayabilir.
Asıl hurafeci, ölülere telkin verilmesini hurafe olarak gören kişidir.