Körlük
Toynbee'nin Firavun Ahnaton ile ilgili verdiği bir misal var. Ahnaton, milattan 1400 yıl önce yaşamış. Kendi zamanında bir yığın yenilikler getirmiş. Getirdiği yeniliklerin bir kısmı geleneksel kültürün yerleşik telakki tarzına aykırı bulunuyormuş ve bu yüzden zamanının bazı aydınlarınca eleştirilmiş. Adı geçen firavun daha sonra unutulmuş ve binlerce yıldan sonra, 19. yüzyılın ikinci yarısının ortalarında yeniden keşfedilmiş.
İmdi, Toynbee diyor ki, tıpkı Ahnaton'un kendi zamanında olduğu gibi daha sonra keşfedildikten sonra da insanlar ikiye ayrılmış; bir kısmı firavun'un yaptıklarından yana çıkıyor, onu beğeniyor; diğer kümede yer alanlarsa ona karşı koyuyormuş. Tarihçimiz, buradan şu sonuca varıyor: zamanın geçmesi ile hisler ve hükümler mutlaka ortadan kalkmamaktadır. Gerçekten de, diğer insanlarla münasebette bulunurken, taraf tutmayı, hislere kapılmayı ortadan tamamile kaldırmak mümkün olmamaktadır. Ancak burada ortaya bir mesele çıkmaktadır: zamanın geçmesi insana bir görüş sağlıyor, burası muhakkak; fakat zamanın geçmesi acaba tarihî gerçekleri daha da mı aydınlatıyor, yoksa daha da mı bulandırıyor?
Böylece Toynbee tarihçilere şu öğütleri verme noktasına geliyor ve diyor ki: "Tarihçi yazılı vesikaları kullanırken daima tetikte bulunmalı ve bu gibi vesikaların kendisini aldatabileceğini daima düşünmelidir. Kendisini korumak için de en iyi yol, kendi hayalini kullanmaktır. Tarihçi şu sualleri daima kendisine sormalıdır: bu vesikaları yazanlar ne biçim insanlardı? Bu vesikaları hazırlamaktaki gayeleri ne olabilir? Bu vesikalar acaba hangi şartlar altında kaleme alınmıştır?" (Toynbee, Tarih üzerine İki Konferans, çev. Özcan Başkan, İst. 1962).
Bizse daha farklı bir noktayı işaret etmek istiyoruz. İnsanların gerek içinde yaşadıkları zaman üzerine, gerek tarihi yorumlarken görmedikleri, göremedikleri bir kör nokta bulunmaktadır. O kör nokta insanın niyetinin dışında, orada yer almaktadır. Kişinin iyi niyeti o kör noktayı aşmada başarı sağlayamıyor. Çünkü o kör nokta onun niyetinin dışında olarak orada yer alıyor.
Bu itibarla günümüzün olaylarını değerlendirirken de her birimiz o kör noktanın perspektifinde yer alabiliriz. Böyle olunca, gerçekte görmemiz gereken şeyi, gözümüz aynıyla o noktanın üzerinde sabitlenmiş olsa bile görmeyebiliriz, daha doğrusu göremeyiz.
İmdi, körlemesine muhalefet yapanlar da, körlemesine belli bir nokta üzerinde direnenler de, daima kendilerinin bir kör nokta üzerinde bulunabileceğine dair bir bilinç üzerinde olmak zorundadır.
Elbette, son tahlilde, tarihi tarihçinin yazacağını biliyoruz. Tarihçinin kendisi de her insan gibi kendi kör noktasının perspektifi dâhilinde bulunma ihtimaliyle maluldür. Ancak o kör nokta ebediyen o perspektif içinde bulunmak zorunda kalmayacaktır. Zamanın hareketiyle kör noktanın aşılacağı da bellidir.
Böylece şuraya varıyoruz: var olan statü içinde erki elinde bulunduranların (yasama, yürütme, yargı erkleri), yürürlükteki statünün sürgit hükümferma olacağını bekleme gafletine düşmemesi gerekiyor.
Değilse ne olur? Aynı erk, bir gün sonra kendi başına bela olur.
Son söz olarak "adalet" demek istiyorum. Ancak bu, kişinin önyargılarıyla oluşturulmuş adalet olmamalı; sabiteleri belki insan teklerini aşan gücün vaz edebileceği, öyle bir gücün vaz ettiği kabulünden hareketle belirlenen bir adalet olmalı... İlahi adalet tanımıyla örtüşebilen bir adalet...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.