Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Din kalblerde mi kalmalı?

Din kalblerde mi kalmalı?

Kimilerine göre, “Din yüreklerde kalmalı...”
O zaman “özel” ve “yüce” olur, “kirlenmez”miş...
Bektaşi’nin “Kur’an sevgisi”ne benzer bir din anlayışı bu...
Anlatırlar: Bektaşi babası Kur’an’ı altın yaldızlı bir kaba koyup yüksek bir yere asmış (çoğumuz böyle yapmaz mıyız sanki?)
Bir gün misafirleri o güzelim kabın içinde ne olduğunu merak edince, “Kur’an” demiş Bektaşi; “hayatımda o kadar değerli, o kadar önemlidir ki, onu elime almak hürmetsizlik gibi geliyor, bu yüzden şanına layık bir kaba koyup yükseğe astım.”
Bazıları açısından İslâm Dini o kadar “saygın”, o kadar “özel”, o kadar “değerli” ve “temiz” ki, günlük işlere bulaştırmak dinin yüceliğine aykırı düşer.
Hâlbuki din, bizatihi “din sahibi”nin tanımlamasıyla “dünya ve ahreti tanzim” için vazedildi.
Yani “dindar”, dünya işlerini de dinin usul ve erkânına uygun biçimde yaşayan insandır.
“Bozulmasın”, “kirlenmesin” diye dini bir kenara koyamazsınız!
Koyarsanız, o, “dine saygı göstermek” olmaz, düpedüz “din dışına çıkmak” olur. Asıl saygısızlık ve dini “kirletmek” işte budur!
İsterler ki, sokakta laik, evde Müslüman olalım...
İsterler ki, ticarette laik, namazda Müslüman olalım...
İsterler ki, siyasette laik, cenazede Müslüman olalım...
Kısacası dünyada laik olalım isterler...
Yani dünya işlerini “dünyacı” bir açıdan halledelim.
Böyle bir anlayış, Allah’ın emir ve yasaklarını dünyaya karıştırmamak suretiyle Allah’a “vazife ve salâhiyet” sınırı getirmek anlamına gelir ki, bunun dinin temiz tutulmasıyla bir ilgisi yoktur.
Doğrudan “dinsizlik”le, en azından “densizlik”le ilgisi vardır!
Çünkü din dünya içindir!
Dünya için olduğuna göre, dünya hayatını “dindar” olarak yaşamak demek, dünyayı dine göre yaşamak demektir...
Bu da laiklikle çatışmaktadır. İşte bu yüzden “İnsan laik olmaz, devlet laik olur” denmiştir.
Kavga insanı devlet gibi algılayıp laikleştirme dayatmasından kaynaklanıyor. Yoksa devletin laikliğine kimsenin bir şey dediği yok...
En azından benim bir şey dediğim yoktur!
Bütün bunların sebebi eğitim sisteminin “yanlış yürekli insan” yetiştirmesidir...
Sistemin dayatmaları günün birinde para, ya da makamla birleşince, “inkâr fırtınaları” esmeye başlıyor.
Buyurun, 1950’lere kadar ders kitabı olarak okutulan “Âfet İnan” imzalı “Medeni Bilgiler” isimli kitapta “İslâm Dini”ne nasıl bakıldığını görelim...
“Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra bu din Arapların...”
“Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis Türk Milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed'in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu Arap fikri, Ümmet kelimesi ile ifade olundu..."
“Türk Milleti birçok asırlar... bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur’an’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü...”
“Türk Milletini Allah için, Peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah’la mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular...”
“... din hissi, dünyanın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk Milletinin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti... Artık Türk, cenneti değil... son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte dinin, din hissinin Türk Milletinde bıraktığı hatıra...”
Şimdi biraz da liselerde yıllar boyu okutulmuş “Tarih II” isimli kitaba göz atalım...
Kitap, öncelikle Peygamber Efendimiz hakkında “tereddüt” yayıyor:
“Muhammed’in aile ve atalarına ait bütün malumat tarihi olmaktan ziyade efsanevidir. Peygamber zamanında bir malumat yoktu; bunlar sonradan icat olunmuştur...”
Peygamberimizin peygamberliği tereddütle karşılanırken, yalancı peygamber Müseylime’nin “Hiç de yabana atılmayacak değerde görüşleri” olduğu iddia ediliyor.
“Muhammed'in peygamberlik vazifesine nasıl başladığını izah etmek en nazik ve en müşkül meseledir. Muhammed'in bir melek ile ve Allah ile hakikaten konuşmuş olduğu kanaatinde bulunanlar olduğu gibi, Muhammed'in, isteyerek böyle söylediğini de ileri sürenler olmuştur.”
Bu ders kitabında Kâbe “tavla zarı”na benzetiliyor, “âdi taştan” yapıldığı belirtiliyor. Hacer'ül Esved'in Frikyalıların uydurduğu Karataş efsanesi gibi bir “efsane” olduğu öne sürülüyor.
En vahim iddia ise Kur'an'a ilişkin: “Kur'an ve Vahiy” başlıklı bölümün hemen başında şu ifadeler yer alıyor:
“Muhammed'in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur'an denir.” (Sayfa: 90).
Şimdi bir düşünün bakalım: “Din yüreklerde kalmalı” diyenler, “O kadar uğraştığımız halde milleti dinsizleştiremedik, bari dini yüreklere hapsedelim” demek istemiş olabilirler mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi