Sevgide Tevhid
Evrenin en değerli varlığı olan insan daima öndedir. Diğer yaratıklar ise insandan sonra gelir. Hatta bütün yaratılanların insan için var edildiğini söylememiz gerekir. Nitekim ulu Allah Kur’an’da bu önemli noktayı şöyle açıklamıştır: “O Allah ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı.” (Bakara, 2/29)
Buna kıyasla, göklerde ne varsa onların da insanlar için yaratıldığını söyleyebiliriz. Çünkü insan, üstün niteliklere sahip bir varlık olarak yaratılmıştır. Hatta insan için, “tek başına bir âlemdir” denilmiştir. Âlemde ne varsa hepsinin bir benzeri insan vücudunda vardır. Dolayısıyla, insan bu âlemin küçültülmüş bir nümünesi ve Allah’ın en büyük mucizelerinden biri olduğunu söyleyebiliriz.
Allah’ın özenerek yarattığı insan, değer verilmeye ve sevilmeye en layık olan bir varlıktır ve öyle olmalıdır. Ulu Allah’ın bir adı Vedûd’dur. Vedûd; çok seven ve çok sevilen demektir. Yüce Allah, sevgisinden insana bir pay vermiş ve gönderdiği mesajları aracılığıyla onu sevgi ile donatmıştır. Sevgi insanın hamurunda vardır. Sevgisiz insan olmaz; sevgisi olmayan insan da olmaz. İnsan hem seven hem de sevilen güzel bir varlıktır. İnsan hayatını anlamlı kılan unsurlardan biri bu sevgidir. Toplumun çimentosu ise sevgidir.
Gerçekte, sevilmeye layık olan varlık yüce Allah’tır. Allah yarattıklarını sevgi ile yaratmıştır. Hayatiyetlerini ve mutluluklarını da sevgiye dayandırmıştır. Sevgiye dayalı bir hayat yaşayanla, bundan yoksun olarak yaşayan insan arasında dağlar kadar fark vardır.
Toplumumuz ne çekiyorsa, bu sevgiden yoksun olarak yetiştirilen insanlardan çekmektedir. Sevgiden yoksun olan insan, gerçekte parçalayıcı ve zehirleyici vahşi hayvanlardan daha da tehlikelidir. Çünkü parçalayan ve zehirleyen hayvanlar, insana sınırlı bir şekilde zarar verirler. Oysa sevgisiz kalan insan sınırsız zarar verir; insanlara zarar vermeye ya da öldürmeye yahut katliam yapmaya doymak bilmez. İşte bu sebeple sevginin toplumsal hayattaki yeri ve değeri çok büyüktür. Sevgiyi, gerçekte Allah’a götüren sevgiyi bir ibadet şekli olarak da algılayabiliriz.
Ulu Allah, yaratıklar arasında özellikle insanı sevgiye, sevme ve sevilmeye muhatap kılmıştır. İnsandan sevmeyi ve sevilmeyi isteyerek hayatın düzenli olarak yürütülmesini sağlamıştır. Sevgisiz terbiye olmaz, sevgisiz eğitim olmaz, sevgisiz düzen olmaz, sevgisiz kuvvet olmaz, sevgisiz mutluluk olmaz. Sevgisiz ancak menfaat ve kuru bir maddi hayat olur. Sevgisiz maneviyat olmaz, olamaz.
Sevgi hayatta asıldır. Toplumun temel taşlarından biridir. Nitekim insan, ilk doğduğu zaman etrafındakiler sevinirler, onu severler, o da büyüdükçe sevmeyi onlardan öğrenir. Eğer bu çocuk çevresinden sevgi bulamazsa nefret etmeyi de onlardan öğrenir. Anne sevgisi, baba sevgisi, kardeş sevgisi, arkadaş sevgisi, eş sevgisi, evlat sevgisi… Çocuk bir sevgi yumağı içinde büyür ve gelişir, insan olur, kâmil olur. Aksi durumda da bir nefret kutusu olur, canlı bomba olur ve toplumun başına dert olur.
Ancak, zamanla hayatın içinde madde ile ve menfaat ile haşir neşir olan, dünyanın acımasız olayları ile ve merhametsiz insanları ile karşılaşınca bu sevgi azalır. Dolayısıyla çocuk sevgi yumağından kurtularak düşmanlık, kin ve nefret yumağına girer; insan sevgisi yerine, madde sevgisi, menfaat sevgisi, nefis sevgisi, eşya sevgisi ve şeytan sevgisi onun kalbine yerleşmeye başlar. İşte bu şekilde şeytanın ve maddenin esiri olan insan, toplum için en büyük felaketin başladığı nokta olduğunu çok iyi bilmemiz gerekir.
Eğer bir kalpten, insan sevgisi çıkıp da oraya mecazi olan eşya sevgisi, menfaat sevgisi, yaşama ve zevk alma sevgisi gerçek bir sevgi gibi girerse o kalp baştan başa harap olur; sahibini de tahrip eder, aile fertlerini de, yakın çevresini de, toplumunu da…
Aslında bir kalpte iki sevgi toplanmaz. İnsan sevgisi ile madde sevgisi… Bunlardan biri girince diğeri çıkar. Allah sevgisi ile fanilere ait sevgi de böyledir. İkisi bir kalpta toplanmazlar. İnsan sevgisi ise Allah sevgisinin bir devamı niteliğindedir ve öyle olmalıdır. Yani Allah sevgisine dayalı olmalıdır. Allah sevgisine dayalı olan insan sevgisi aynı zamanda Allah sevgisi olarak değerlendirilmelidir.
İnsan neden sevilir? Allah’ın sanat eseri olduğu için… Allah’ın mucize eseri olduğu için… O’nun değer verdiği çok kıymetli bir varlık olduğu için… Demek ki, insan sevgisi kişileri Allah sevgisine götürür. Onun için insanlar sevilir, sevilmelidir. Yahut şunu da söyleyebiliriz: Allah sevgisi bir kalbe yerleşirse o kalpte bütün sevgiler toplanır. Yani sevgide tevhit olur. İnsan sevgisi, hayvan sevgisi, çevre sevgisi, tabiat sevgisi, iyi ve güzel işler sevgisi…
İnsan, menfaatini sever; maddeyi ve maddi unsurları sever; güzel olan her şeyi sever. Allah da bunları sever. Nitekim ulu Allah Kur’an’da bu hususu şöyle dile getirmiştir: “Güzel işler yapın. Zira ulu Allah güzel işler yapanları sever.” (2/195)
Demek ki dünya hayatı ve madde ile ilgili sevgi de lazımdır. Güzelliklerle ilgili sevgi de lazımdır. Bu güzellikleri sevmek de ilahidir. Ancak, maddeyi ve maddi varlıkları, menfaatleri sevmek hayatı ikame edecek kadar ve bu fani hayatı tamamlayacak kadar olmalıdır. Menfaatini sevmeyen, maddeyi sevmeyen dünya faaliyetlerinde başarılı olamaz.
Menfaatini sevmeyen hayatını devam ettiremez, başkalarına muhtaç olur. Ancak, şunu vurgulamak gerekir ki, mutlak anlamda bir menfaat sevgisi başkasına zarar verir. Bütün menfaatlerin kendinde toplanmasını isteyen insan ya da insanlar, toplum ile sürekli çatışırlar, her türlü meşru ya da meşru olmayan yollara başvurarak menfaatlerin cümlesini kendilerinde toplamaya çalışırlar.
İslam dini işte bu mutlak menfaat ve madde sevgisini kendinde toplamanın önünü keserek, kişiye Allah’ın bir kulu olduğunu, madde ve menfaatlerin hepsinin Allah’a ait olduğu şuurunu hissettirir. Bunun için zekât vermesini ister, sadaka vermesini ister, hayırda yarışmasını ister, vakıf kurmasını ve infakta bulunmasını ister.
Sevginin de çeşitleri vardır: Hoca sevgisi, üstat sevgisi, mürşit sevgisi, cemaat sevgisi, arkadaş sevgisi, evlat sevgisi, ana-baba sevgisi, kardeş sevgisi, komşu sevgisi, hısım ve akraba sevgisi, toprak sevgisi, hayvan sevgisi, ev ve eşya sevgisi… Bütün bu sevgiler de mecazi olup belki belli ölçüde hayattan yararlanma ve bilim ve kültürdün istifade etme noktasında fayda sağlar.
Bir kimse bir hocadan yararlanır. Tabiatıyla o hocayı sevmesi gerekir. Bunun gibi içinde yetiştiği cemaati de sever ve sevmelidir. Sevmeksizin ne hocadan, ne mürşitten, ne de bir cemaatten yararlanmak söz konusu olamaz. Ana-baba, evlat, komşu ve akraba sevgisi de böyledir. Bu sevgiler fanilik dozunda olursa zarar vermez.
Allah sevgisine baskın çıkan hiçbir sevgi insanı kurtuluşa götürmez. Bunları sevmeli, fakat değerleri kadar, lazım olduğu kadar, fani olduklarını bilerek, dünya hayatını ikame edecek kadar sevmeli.
Eğer bu sevgi Allah sevgisine baskın çıkarsa işler çığırından çıkar, fıtrat bozulur. İnsan bu sefer, sadece kendi cemaatini, bu cemaate mensup olanları sevmeye ve Allah’ın diğer kullarını ya da diğer cemaatleri sevmemeye götürür ve fıtrat çizgisinin dışına çıkarır.
Hiçbir sevgi Allah sevgisinden daha ileride olmamalıdır. Eğer ileride olursa toplumsal denge bozulur, herkes kendi cemaatini daha çok sevmeye ve başka cemaatleri ihmal etmeye kalkışır. Bu da kargaşaya ve nefretin gelişmesine sebep olur. Bu noktada uygulayacağımız prensip şu olmalıdır: Ben hocamı, üstadımı, cemaat liderimi seviyorum, fakat diğer cemaatleri de aynı derecede seviyorum. Ancak, bu söz ile olmamalı, uygulamada gösterilmelidir.
Sevmenin işaretleri vardır. Başka cemaatleri ve başka meşrep mensuplarını sevmenin göstergesi, onların konferanslarına, toplantılarına ve sohbetlerine de kendi cemaati gibi sevgi ile katılmak ve bunları desteklemektir. Hatta ötekini kendine tercih etmektir. Bu çok önemli bir Kur’ani ahlak ilkesidir. Bu ilkeler, bizden uygulanmayı beklemektedir.
Kur’an’ı okumak, onun ilkelerini belirlemek ve üstün ilahi bir kelam olduğunu sadece söylemek yeterli değildir. Kur’ın’ın mesajları amel edilmeyi bekliyor müminlerden… Kur’anla öncelikle amel etmeye bakmalıyız, biraz da amel etmeye önem vermeliyiz. Çağımızda en çok muhtaç olduğumuz olgunun bu olduğuna inanıyoruz.
Hulasa olarak; madde ve menfaat sevgisi geçicidir. Geçici olanı geçici, kalıcı olanı kalıcı olarak sevmek gerekir. Kamil olan insana yakışan da budur. Geçici olan ve tükenenleri ebedi gibi seven ve bu sevgiyi kalbine yerleştiren kimse gerçek anlamda insanı sevemez. Çünkü bu kalpte insan sevgisine yer bırakılmamış olur.
Aslında bir kalpte insan sevgisine büyük bir yer açılması gerekir. Geçici varlıkların sevgisi işgalci olamayacağı için, kalbe ebediyet sevgisi, Allah sevgisi ve Allah’ın kullarının sevgisi daimi olarak yerleşir. Böylece mecazi sevgi yerini hakiki sevgiye bırakmış olur.
Ancak, geçici olan menfaatini, ebedi imiş gibi severek Allah sevgisini kaybedenler, bunların hepsini kaybederler. Ana-babası dâhil ailesinden sekiz kişiyi, akrabasından 44 kişiyi, annesini, babasını, komşusunu bir anda gözünü kırpmadan öldüren bir insanın kalbinden önce Allah sevgisi, dolayısıyla insan sevgisi silinmiştir ki bu cinayeti işleyebilmiştir.
Şu bir gerçektir ki, sevmesini bilen insanlar yaşamaya hak kazanırlar, huzur ve mutluluk bulurlar. Sevmeyi öğrenemeyenler her şeyini kaybederler; hayat hakkını, mutluluğu, huzuru, cenneti kaybederler.
O halde, önce sevgiyi kalbimizin derinliklerine yerleştirmeliyiz, sonra hayata bu sevgi penceresinden bakmalıyız. Kalpten, gerçek anlamda ilahi sevgiyi çıkarıp oraya madde ve menfaat sevgisini yerleştirenler, bütün eşya ve hadiselere madde gözü ile bakarlar, maddeye reva gördükleri muamele biçimini insanlara da reva görürler; onlara yaptıklarını bunlara da uygularlar. Maddeyi imha ettikleri gibi, insanları da imha ederler ve bunu yapmakta asla tereddüt göstermezler.
O halde, kalplerimizdeki yanlış programı değiştirelim; nefret programını kaldıralım ve oraya Allah sevgisini, insan ve tabiat sevgisini yerleştirelim; hem geçici olan bu dünya hayatında hem de ebedi olan âhiret hayatında mutluluk kazanalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.